Allah’a mı itaat etmeli, Buhârî’ye mi?

Başlıktaki sorunun cevabı basit değil mi? Sanırım değil. En azından bazıları için bir İslam bilginine itaat, Allah’a itaatten daha önemli.

Önceki yazımda Allah’ın kelamını aktardım. Kur’an-ı Kerim’de açıkça yazanlar şunlar:

  • Kur’an, tek başına yeterli bir kitaptır.
  • Kur’an, kendini açıklayan ve (aklını işlettiği sürece) herkesin anlayabileceği bir kitaptır.
  • Kur’an, tamamlanmış bir kitaptır, eksiği yoktur.
  • Kur’an’dan başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur.

İnanmadınız mı? Buyrun, önceki yazımda alıntıladığım ayetleri kendiniz okuyun:

Biz bu Kitap’ta, herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. (En’am, 38)

Bak nasıl sıralıyoruz ayetleri, iyice kavrayabilsinler diye. (En’am, 65)

İyice araştırıp kavrayan bir topluluk için ayetleri biz tam bir biçimde ayrıntılı kıldık. (En’am, 98)

Ayetleri bu şekilde, çeşitli başlıklarla veriyoruz ki, “Sen ders aldın!” desinler, biz de ilimden nasiplenen bir toplum için onu iyice açıklayalım. (En’am, 105)

Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? (En’am, 114)

Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır. (Hud, 1)

Sana bu Kitap’ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. (Nahl, 89)

Yemin olsun, biz bu Kur’an’da, insanlar için her örnekten nicelerini sıraladık. Ama insanların çoğu inkârdan başka bir şeyde diretmediler. (İsra, 89)

Biz o peygambere şiir öğretmedik. Şiir ona yaraşmaz/layık olamaz da. Ona vahyedilen, bir öğütten ve apaçık bir Kur’an’dan başka şey değildir. (Yasin, 69)

Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler. (Sâd, 29)

Yemin olsun ki, biz, Kur’an’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? (Kamer, 17)

Ama bazı Müslümanların bir tabusu var: sünnet. Peygamberimiz’in hayatı, Kur’an’ı uygulayışı, hadis-i şerifleri ve daha birçok şey, “sünnet” adı altında toplanıyor. Ve dediğim gibi, İslam dünyasının büyük bir kesimi için sünnet, bir tabu. Dokunmak yasak, tartışmak yasak. En’am suresinin 114. ayetinin hiçbir önemi yok, sünnet daha önemli.

Kütüb-i Sitte, namıdiğer “Allah’ın dışında bir hakem”

Sünnet kavramının en büyük dayanağı nedir, biliyor musunuz? Kütüb-i Sitte adı altında birleştirilebilen, altı adet büyük hadis kitabı. Peygamberimiz’in hayatı, yaşadıkları, sözleri ve yorumları, büyük ölçüde bu altı kitaptan öğreniliyor. Aralarında en çok itibar edileni Muhammed el-Buhârî yazmış, sonrakini Müslim bin Haccâc yazmış, sonrakiler de En-Nesâî, Tirmizî, Ebû Dâvûd es-Sicistâni ve İbn-i Mace el Kazvini’nin eserleriymiş.

Bu kişiler insan. Bildiğin, senin-benim gibi birer insan bu kişiler. Melek değil, başmelek hiç değil, cin de değil, peri de değil, insan.

Bu insanlar, Peygamberimiz’in ölümünden aşağı yukarı 180 yıl sonra doğan insanlar. Miladi takvimden gideceğim: Peygamberimiz’in ölüm tarihi 632. En erken doğan Buhârî’nin doğum tarihi 810. Müslim’in doğum tarihi 821. Nesâî’ninki 829. Tirmizî’ninki 824. Ebû Dâvûd’unki 817. İbn Mâce’ninki 824. En erken doğan Buhârî, ergenlikten çıkar çıkmaz hadisleri toplayıp bitirdi desek, Peygamberimiz ile arasında 200 yıl fark oluyor.

Peygamberimiz hadislerinin kaydını onaylıyor muydu?

Bu kişilerin hadisleri nasıl toparladığını, sahih/zayıf (güvenilir/güvenilmez) ayrımlarını nasıl yaptığını anlatmadan önce, Peygamberimiz’in itibar edilmesi gereken tek hadis-i şerifini alıntılamak istiyorum:

“Benden Kur’an dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmışsa imha etsin.” (Müslim, Sahihi Müslim, Kitab-ı Zühd, Hanbel, Müsned, 3/12, 21, 33)

Bu arada bu hadis, Kütüb-i Sitte’de yer alan bir hadis. Hani o büyük itibar kaynağı olan, Kur’an’la çelişse bile vazgeçil(e)meyen kaynak.

Peygamberimizin kendi sözlerinin, hareketlerinin ayrı bir kaynak olarak toparlanmasını istemeyişini anlamak için Kütüb-i Sitte’ye de ihtiyacımız yok, mantık yürütmemiz yeterli: Eğer bunu isteseydi, 500’ü aşkın cuma hutbesi başta olmak üzere bütün söz ve davranışlarını çevresindeki onca sahabi kaydetmez miydi? Peygamberimiz’in bugün elimize ulaşan cuma hutbelerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor; sahabe aptal mıydı da bu önemli konuşmaları not etmedi sizce?

Peygamberimiz, resminin çizilmesini istemediği gibi sözlerinin de kaydedilmesini istemiyordu. Ve bu tavır, Peygamberimiz’in ölümünden sonraki “Dört Halife” döneminde de aynen devam etti. Dört halife de hadislerin toparlanmasını başarıyla engelledi. Sonrasında, halifeliği Hz. Ali’nin oğlu Hasan’dan devralan, halktan topladığı vergilerle kendisine saray falan yaptıran kâfir Muaviye döneminde hadis uydurucuları iyice coştu. Örneğin Buhârî’nin kitabına yaklaşık 450 sahih (!) hadisle kaynaklık eden Ebu Hureyre, Hz. Ali ve Hz. Aişe’nin onun yalancılığını afişe etmesi ve hatta uydurduğu hadisler yüzünden Hz. Ömer tarafından epey dayak yemesine rağmen, Muaviye döneminde el üstünde tutulmuş, kendisine köşk yaptırılmıştır. Köşk diyorum.

Güvenilir hadislerin onaylanma süreçleri

Gelelim hadislerin toparlanmasına: Altı kitapta, 2 milyon civarı hadis içerisinden, tekrarlarıyla beraber toplam 35 bin civarında hadis toparlanmış. Sadece Buhârî’de 10 bine yakın hadis var. Buhârî’nin 600 bin hadis içerisinden eleme yapa yapa 9 bin civarına indiğini biliyoruz ki durum böyleyse ve (atıyorum) bu hadis eleme/doğrulama süreci 50 yıl sürdüyse (gerçi Buhârî 59 yaşında ölmüş ama biz yine bol keseden atalım), yemek yemeden, tuvalete gitmeden, başka hiçbir işle uğraşmadan 50 yıl boyunca hadislerle ilgilense dahi hadis başına ortalama 45 dakika ayırması gerekiyormuş. Hızlı adammış valla.

Hadisleri doğrulamanın en güvenilir yolu da nakil zinciriyle Peygamberimiz’e ulaşmak, yani Peygamberimiz’in ölümü üzerinden geçen 200 yılın ardından aradaki zinciri tamamlamaktı. Mesela Buhârî şöyle bir araştırma yapıyor:

– Bu hadisi kim söylemiş abi?
– Abdullah İbni Zübeyir.
– Ona kim söylemiş?
– Sufyan.
– Ona kim aktarmış?
– Yahya İbni Said el Ensari.
– Ona kim çıtlatmış?
– İbni İbrahim et Taimi.
– Ona kim istihbarat vermiş?
– İbni Vakkas.
– Ona kim referans olmuş?
– Ömer İbni Hattab. (Hadislerin yazımını yasaklayanlardan, ikinci halife Hz. Ömer yani.)
– Peki ona kim demiş?
– Ona da Peygamberimiz söylemiş işte.
– Hah, tamam, süper.

Fark etmeyen olursa diye söyleyeyim: Nakil zincirindeki herkes, belki ilk halka hariç, ölü. Ama nakil zinciri bir şekilde bir sahabiye, oradan da Peygamberimiz’e ulaştığında o hadis sahih (güvenilir) olarak kabul ediliyor. Yani ölüler birbirini doğruluyor, bizim Buhârî de bunları güvenilir hadis olarak kaydediyor.

(Yeri gelmişken, Muaviye gibi manyakların da, Ebu Hureyre gibi tescilli yalancıların da sahabi sayıldığını ayrıca not düşelim mi?)

Yazmaktan yoruldum, uzatmayayım, bir örnekle konuyu kapatayım:

Kertenkeleyi tek vuruşta öldürmenin 100 sevap sayıldığı hadis kitaplarını okuyoruz arkadaşlar (kaynak).

“2 lira verip büyük seçim yaparsak 250 sevap, Maximum Card’dan çekersek %10 fazla sevap da kazanıyor muyuz?” diye geyik yapsam, Peygamberimiz’in sözüyle dalga geçiyorum diye bana saldırırlar. Halbuki Peygamberimiz’le açıkça dalga geçenler, bu kitapları yazanlardır arkadaşlar. Kertenkele öldürünce 100 sevap kazanmak nedir abi? O zaman kertenkele çiftliği açalım, 10 yılda 100 bin kertenkele yetiştirip hepsini öldürelim, 10 milyon sevap-puanla cenneti garantileyelim. (Gerçi ona da gerek yok: Belli özel günlerde namaz kılındığında cenneti garantileyebileceğimiz hadisler de mevcut.)

Sonuç

Sonuç olarak, maalesef, sünnete inananlar inanmaktan vazgeçmeyecek. Peygamberimiz’in ölümünden en az 200 yıl sonra çıkmış hadis kitaplarından Peygamberimiz’in yaşamını öğrenenler, Kur’an’ın mesajını, Allah’ın kelamını reddedecekler ve Allah’ın sözüne değil, birtakım hadis yazarlarının aktardığı sözlere inanacaklar.

Bu yazının altına kimisi hakaret içeren, kimisi küçümseme içeren yorumlar gelecek ve o yorumları yazanlar, bir ihtimalle yorumu yazdıktan sonra kertenkele avına çıkacaklar.

Sünnet, insanların çoğu tarafından “Kur’an-ı Kerim’in yanındaki ikinci kaynak” olarak inanılmaya devam edecek.

Kur’an-ı Kerim’de şunlar boşuna söylenmemiş:

İnsanların çoğu kâfirdir. (Nahl, 83)

İnsanların çoğu yoldan çıkmıştır. (Mâide, 49)

İnsanların çoğu müşriktir. (Rûm, 42)

İnsanların çoğu Allah’ın ayetlerinden habersizdir. (Yûnus, 92)

İnsanların çoğu Allah’a şükretmez. (Bakara, 243)

İnsanların çoğu zandan başkasına uymaz. (Yûnus, 36)

İnsanların çoğu nankördür. (Furkân, 50)

İnsanların çoğu gerçeklerden hoşlanmaz. (Zuhruf, 78)

İnsanların çoğu Kur’andan yüz çevirdi. (Fussilet, 4)

İnsanların çoğu düşünmez. (Mâide, 103)

Barış Ünver
19 Ağustos 2015

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.