Barda (2007)

DİKKAT: Bu yazı, Beyn'in "Arşiv" kategorisine aittir. Yazının arşivlenmiş olması, yazı içindeki bilgi ve görüşlerin artık önemsiz veya geçersiz olduğunu gösteriyor olabilir.

Barda (2007)

Türkiye‘de inanılmaz iyi oyuncuların olduğunu, harika filmlerin yapılabileceğini son derece rahatsız bir hikayeyle ortaya koyan bir film bu. Başka sözüm yok.

Yok yok, var. Şu “rahatsızlık” konusunu açacağım. Film cidden rahatsızlık veriyor. Şaka yapmıyorum. İzleyenler ne demek istediğimi çoktan anlamıştır. Gazetelerin -klişeleşmiş- üçüncü sayfa haberlerinde görebileceğimiz, ülke gündemi boşsa birinci sayfaya bile girebilecek, hatta manşet olacak haberlerden birini çekmişler. Ve o kadar iyi çekmişler ki, bundan sonra gazetelerde bu tarz haberleri okuduğumda gözümde çok daha gerçekçi sahneler canlanacak. İddia ediyorum, bu filmi izleyen herkese aynı duyarlılık kazınıyordur.

Ne hikayede, ne karakterlerde, ne senaryonun genelinde, ne de filmin herhangi bir yerinde yapmacıklıktan eser yok. Neredeyse tamamı benim bulunduğum yaş grubundaki, yani genç oyunculardan oluşan kadronun aşağı yukarı tamamı tecrübeli, ödüllü oyunculardan daha iyi oynamış gibiler. Benim yaşlarımdaki karakterlerin hiçbirinde “Lan benim neslim böyle mi konuşuyor?” demedim ki bu, filmin gerçekçiliği benim gözümde en çok artıran etmendir. Psikopat magandaları oynayanlardan her biri de büründüğü karakterin zehrini öylesine iyi yansıtmışlar ki, hayatımda izlediğim diğer filmlerden hiçbirinde hissetmediğim bir nefret oluştu o kötü karakterlere karşı.

Küfür kullanımında hiç çekinmemiş olmaları muhtemelen filmin yayımlandığı dönemde “Ay etkileyici olsun diye çok küfür kullanmışlar şekerim, kulaklarım kirlendi.” türü burjuva yorumlara sebep olmuştur fakat ben filmin hiçbir yerinde “Buraya bu küfrü gereksiz koymuşlar.” demedim.

Bu paragrafı tartışalım: En etkileyici replik olarak saydığım ufak monolog da, maganda ekibinin elebaşı Selim‘den (Nejat İşler) geldi:

Ben bu bara niye gecenin köründe geliyorum? Ha? Çünkü başka zaman gelsem, kapıdaki hıyar beni içeri almaz da ondan. Neden almaz? Şeklimi beğenmez almaz, hareketlerimi beğenmez almaz, konuşmamı beğenmez almaz… “Egzozcu bu.” der, siktiri çeker. Farzımisal içeri girdik diyelim; o zaman ne olacak? Sizin yaptığınız gibi, sizin baktığınız gibi, benden öküz öküzler bana dik dik bakar! “Bu hayvan da nereden çıktı? Ne güzel eğleniyorduk. Ne güzel dalgamıza bakıyorduk. Ne güzel oturuyorduk!” demezler mi? Derler.

Canlandırılan türdeki şehir magandalarına karşı hiçbir iyi his beslemiyor olsam da, insanları gözleriyle yargılayan tiplerden de aynı derecede tiksindiğim için bu monoloğu çok beğendim. Yazınca pek etkili gözükmüyor; filmde izlerseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.

Başta da dediğim gibi: İnsanın aşk damarını delicesine attırmaya çalışmayan, izleyeni illa ağlatmaya veya illa güldürmeye programlanmamış ama yine de izlendikten sonra faltaşı gibi açık gözlerle ve karman çorman olmuş bir kafayla bir süre yerinden oynattırmayacak kadar etkileyen eserlerin Türkiye‘de de çekilebildiğinin kanıtıdır bu film. İzlemediyseniz, izlemediğiniz her dakikanın büyük birer kayıp olduğunu aklınızda bulundurun.

Barış Ünver
20 Temmuz 2009

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.