Cumhuriyet rejimi

Bayramdan bayrama bir cumhuriyet rejimiyle yönetildiğimizi anımsıyoruz ama rejimin doğru-dürüst uygulanıp uygulanmadığı konusunda pek düşünmüyoruz. Bu yazımda cumhuriyet rejimini ve demokrasi kavramını elim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Hiçbir şekilde isim vermemekle beraber iç karartıcı olmamaya da ayrıca gayret edeceğim.

Cumhuriyet dediğimiz şey, daha doğrusu “demokratik cumhuriyet” denen kavram, okullarda da öğrenmiş olduğumuz en basit anlamıyla “halkın kendi kendini yönetmesidir”. Tabii halk dediğimiz büyük kalabalıktaki her birey diğer tüm bireyleri yönetmeye çalışmaz; bu çok saçma olurdu. Bunun yerine halk, kendisini temsil edebileceğine inandığı bireyleri -özgür iradesiyle- seçerek, ülkenin yönetiminde dolaylı olarak söz sahibi olmak ister. Halkın seçmiş olduğu temsilciler (bir diğer deyişle “vekiller”), bir sonraki seçime kadar halkın ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda halkı yönetmekle yükümlüdürler.

Cumhuriyet rejimi, Türkiye’de bazı yanlışlar yüzünden aksayarak uygulanır ama uygulanır. Bu yanlışların tamamı olmasa da en önemlilerini sıralamaya çalışacağım.

Aksaklıklardan biri, halkın, kendisini temsil edecek bireyleri (vekilleri) seçerken baz aldığı kriterlerden kaynaklanır. Günümüzde maalesef yeteneği kanıtlanmış olan bireylerin değil de, daha güçlü gözüken bireylerin halk tarafından seçilmesi daha olasıdır. Bir seçim dönemindeki seçim çalışmalarında sesi daha gür çıkan, daha karizmatik gözüken, rakibine daha “oturaklı” yanıtlar veren ve bir de halkın sorunlarına daha yakın olduğunu gösteren siyasi partinin genel başkanı, partisini iktidara taşımayı başarır. Halkın sorunlarına daha yakın gözükmesi elbette halk için umut vericidir ve bunda anormal bir durum yoktur ama kişinin aslında halkın sorunlarına yakın olmadığı anlaşılınca hayal kırıklığı yaşanır. Aksaklığın döngüye girdiği zaman, halkın hayal kırıklığı yaşamasına rağmen aynı kişiye bir sonraki seçim döneminde de güvendiği zamandır.

Özetle, Türkiye Cumhuriyeti’nde ülkeyi yönetmek için seçilmek adına gereken kriterler arasında mantıklı bir kriter neredeyse yoktur. Bilgi veya yetenek ön planda olmadığı için, ne kadar yetenekli olursa olsun sesi gür çıkmadığı için umutsuzluğa kapılan bireyler genellikle seçim yarışına girmemeyi tercih ederler.

Bir diğer aksaklık, Siyasi Partiler Kanunu gibi bozuk kanunlardan dolayı meydana gelen parti içi usulsüzlüklerden doğar. Partinin başındaki kişi bu kanunu ve başında bulunduğu siyasi partinin demokratik olmayan tüzüğünü kullanarak yıllarca partinin başında kalabilir. Yalnızca parti genel başkanı değil, partinin diğer üst düzey görevlileri için de bu geçerlidir ve bu sabit pozisyonlar daha alt kıdemlerde de görülür; bu şekilde bir parti yıllar boyunca seçimlerde aynı milletvekillerini seçtirebilir. Milletvekilinin başarılı veya başarısız olması bir etmen değildir, hatta çoğunlukla parasal etmenler milletvekillerini belirler. Halk da -bağımsız adaylar dışında- milletvekillerini tek tek seçemeyeceği için (Aslında partinin ülke çapındaki üyeleri parti genel başkanından milletvekillerine kadar tüm görevlileri seçebilmelidir ama bahsettiğim aksaklıklar yüzünden bu da olmaz.) görüşünü temsil ettiğini düşünen partiye oy vermekle yetinmek zorundadır.

En büyük aksaklık, seçilen tüm vekillerin aslında ülke yönetimine katılamayacağı inancından meydana gelir. Ülkedeki yaygın kanı, en çok oy alan partinin ülkeyi yönettiğidir ama cumhuriyet rejiminde bu kesinlikle yanlıştır. Doğru olan ve farkına varılması gereken, bir araya gelinen mecliste bulunan tüm vekillerin, ülkeyi hep beraber yönetmesi gerektiğidir. Ne yazık ki halktan en çok oyu alan parti, ülkenin tamamının onu seçtiği hissine kapılarak -zafer sarhoşluğunun da etkisiyle- bir şımarıklık yoluna düşebilir. Meclisteki vekil koltuklarının 1 tanesi hariç hepsini kapabilen bir parti bile, eğer o kalan tek koltukta oturan vekilin fikirlerini önemsemiyorsa; o parti, ülkenin tamamını temsil etme olgunluğuna erişebilmiş bir parti değildir.

Bir başka büyük aksaklık da, iktidar ve muhalefetin dengesizliğinden ortaya çıkar. Demokrasinin tam anlamıyla sağlanması için güçlü bir iktidarın yanında o iktidarın yanlışlarını doğru bir biçimde eleştirebilecek güçlü bir muhalefetin, bir başka deyişle iktidar dışında kalan vekillerin var olması gerekir. Cumhuriyetimizde çok partili sisteme geçtiğimizden beri halkın yorumlarına göre güçlü iktidar-zayıf muhalefet veya zayıf iktidar-güçlü muhalefet tablolarıyla geçinip gittik ama halkın yorumları hiçbir zaman mecliste güçlü bir iktidarla beraber güçlü bir muhalefetin de olduğunu göstermedi. Ülkenin belirgin duraklama dönemlerinde ise belirgin bir şekilde zayıf bir iktidarla zayıf bir muhalefet vardı ve/veya var.

Özetlemek gerekirse, sağlam temellerine rağmen hafif aksaklıklarla devam eden cumhuriyetimizin hızla yürümesindeki en büyük engeller şunlardır:

  • Adayların seçilmesinde yanlış kriterlere bakılması
  • Siyasi partilerin çoğunlukla demokratik olmayan tüzüklerle yönetilmesi
  • Ülkeyi yönetenin meclis değil de meclisteki en baskın kişi/grup olduğu yönündeki yanlış ama yaygın düşünce
  • İktidar ve muhalefet arasındaki dengesizlik

Bu engeller aşılmasa da güçlü ülkemiz varlığına devam edecektir çünkü -yukarıda da yazdığım gibi- ülkemiz çok sağlam temeller üzerine kurulmuştur ve gelip geçici ideolojiler yerine zamanın üstünde varlığını sürdüren bir ideolojinin (Atatürkçülük veya Kemalizm) sağladığı bu temeller, ülkemizde uygulanan cumhuriyet rejiminin yıkılmamasını sağlayan en büyük güvencemizdir. Yine de halkın refahı için, rejimin, mükemmele en yakın biçimde uygulanması gerekir.

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

Barış Ünver
29 Ekim 2009

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

Yorumlar kapalı.