En iyi savunma saldırıdır

Geçtiğimiz günlerde AKP, hakkındaki kapatma davasına yönelik ön savunmasını sundu. CNN Türk‘ten indirdiğim savunma metnini şuradan indirip okuyabilirsiniz.

Bu ön savunma çok eğlenceli arkadaşlar. O kadar uğraştıkları(nı söyledikleri) ön savunma, savunma falan değil, ciddi ciddi karşı saldırıyla karşılık vermişler. Bu son derece amatörce hazırlanmış ön savunmadan başlıkları, yine CNN Türk‘te gördüğüm haberden aynen aktarıp kısaca yorumlamak istiyorum. Hepsini yorumlayacak birikime sahip olmadığım için yalnızca yorum yapabileceğim başlıkları yorumlayacak, ardından iddianamenin Giriş kısmıne değineceğim. Buyrun:

“Bu dava hukuki değil, siyasi bir davadır”
En baştan saldırı var. Böyle bir açıklamanın bir ön savunma metninde olması, benim yaptığım gibi taraflı bir şekilde bakılmasa bile, gereksizdir. Amacın seyircilere oynama olduğu, bu ön savunmanın halka sunuluşundan sonra AKP‘nin yine mağdur gözükmesi olduğu son derece açık.

“Bu iddianamenin gerçekte olup bitenle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu iddianame, bir çelişkiler yumağıdır”
Bu, ön savunmanın Giriş bölümünde yer alan bir cümle. Buna yazımın, bu Giriş kısmını yorumladığım bölümünde yer vereceğim.

“Açıkladıklarımız ve yaptıklarımız dışında gizli gündemimiz hiçbir zaman olmadı, bundan sonra da olmayacaktır”
Gizli gündem’den kasıt ne, tam olarak anlayamadım ama Maliye Bakanı Kemal Unakıtan‘ın YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan hakkında söylediklerinin ardından “Gizlimiz saklımız yok.” imajını sürdürme çabası, birazcık boşa kürek çekmek gibi olmuş.

“AK Parti’nin Anayasa’ya aykırı eylemlerin odağı olarak gösterilmesi düşünülemez. AK Parti laikliğe karşı odak olan değil, laikliği toplumsallaştıran bir harekettir”
Bu güzel cümleden AKP‘nin laiklik hadisesini hala tam olarak kavrayamadığı sonucunu çıkarabiliriz. Atatürk‘ten alıntılarsak: “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir, bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir.” Toplumsallaştırmanın sözlük anlamı ise, toplum yararına çalışır duruma, toplumun değer yargılarına uygun hale getirmektir. Bu durumda devletin sorumluluğu olan bir kavramın topluma mal edilmesi, hafif bir tabir kullanayım, boş bir iştir.

“Hakkımızda düzenlenen bu iddianamedeki hiçbir iddia ve ithamı kesinlikle kabul etmiyoruz”
Bu iki başlık için doğrudan bir yorumda bulunmayayım, herkes tarafsızca düşünebilsin diye yalnızca bir örnek vereyim: Lise hazırlık sınıfındasınız, bir arkadaşınızı, tüm okulun önünde dövmüşsünüz. Disiplin kurulu sizden savunma istemiş, siz de “Benim bir arkadaşımı dövdüğüm iddiasını kesinlikle kabul etmiyorum. Ben, bir arkadaşımı falan dövmedim.” gibi cümleler içeren bir savunma yazıyorsunuz. Disiplin kurulunun sizin bu savunmanızı ciddiye alma ihtimali ne kadardır?

“İddianamedeki ‘şiddet ihtimali’ iddiası tamamen hayal ürünüdür”
Aynı örneği vermeme gerek yok.

“Yükseköğretim kurumlarında kız öğrencilerin başörtüsü ile öğrenim görebilmesine ilişkin görüşlerin laiklikle ilişkilendirilmesi isabetli değildir”
Buna yorum yaparsam, yazımın altına gelecek yorumların tamamına yakını türbanla ilgili olacağından korkuyorum ama bir cümle yazayım: Üniversiteler, en azından devlet üniversiteleri, devlet kurumlarıdır.

“Üniversitelerde başörtüsü serbestliği bireysel özerkliğin ve özgürlüğün gereğidir”
Başka yorum yok bu türban konusuna.

“Tarafsız Cumhurbaşkanı siyasi parti davasına dahil edilemez”
“Abdullah Gül kardeşimizdir.” diyen birinin lideri olduğu partiden böyle bir savunma gelmesi, yine hafif bir ifade kullanmak istiyorum, gülümseten bir ifade olmuş. (Bu başlığın yorumuna, bir sonraki başlıkta devam ettim.)

“TBMM Başkanı’nın ifadeleri delil olarak kullanılamaz”
Bunu yorumlamak için, bu başlıkla özetlenen bölümün ilk iki paragrafını da koymalıyım:

Anayasaya göre, “siyasi parti grupları başkanlık için aday gösteremezler.” (m.94/2). Daha da önemlisi, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.” (m.94/6).

Bu hükümden anlaşılacağı üzere Meclis Başkanı tarafsız olup parti faaliyetlerine katılamamaktadır. (…)

Özetle, yasalara göre gerçekten meclis başkanının ifadeleri, gerçekten de delil olarak kullanılamıyor olabilir. Yine de bahsedilen meclis başkanı olan Bülent Arınç da AKP‘nin yılmaz savaşçılarından biri olduğu için farklı bir yasanın maddesi bu durumda devreye giriyor olabilir. Bir hukukçu olmadığım için bu konuda daha fazla yorum yapmayacağım.

“AK Parti Genel Başkanı’nın açıklamaları da ifade özgürlüğü kapsamındadır”
Buna yorum yapamayacağım.

“Yasama sorumsuzluğu kapsamındaki oy ve sözler delil olarak kullanılamaz”
Buna da yorum yapamayacağım.

“Siyasi parti kurulmadan önce söylenen sözler partiyi bağlamaz”
Bu doğru olabilir de, olmayabilir de, bilmiyorum. Yine de “Elhamdülillah şeriatçıyız!” gibi güzide laflara sahip Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere birçok ismin, partiyle ilgisi olmayan siyasi yasak konusunda bu savunma geçersiz kalacaktır.

“Siyasi parti üyesi olmayan kamu görevlilerinin söylem ve eylemlerinin partiye isnat edilmesi mümkün değildir”
Bu doğru. Yine de bu başlığın altındaki paragraflardan ikincisinde yer alan “Kaldı ki, iddianamede yer verilen kamu görevlilerinin beyan ve faaliyetlerinde de laikliğe aykırı sayılabilecek bir husus bulunmamaktadır.” cümlesi ilgimi çekti. “Partimizden olmasa bile onu koruruz biz.” düşüncesi mi, “O da bizim hizmetten, onu da koruyalım.” zihniyeti mi?

“Tekzip edilen ve aslı olmayan konuşmalar iddianamede deliller arasında sayılmıştır”
Tekzip edilen haberlerin tekzip metinleri ve gerçekçiliği hakkındaki belgeler 27, 28, 29, 30, 31, 32 ve 33 numaralı eklerde gösterildiği için ve ön savunma metnini içeren dosyada eklerin bulunmamasından dolayı pek bir yorum yapamasam da, bu konuda haklı gibiler.

“Bu davayla ülkemiz, milletimiz ve hukuk sistemimiz zarar görmektedir”
Seyirciye oynayarak başlamışlardı, seyirciye oynayarak bitirmişler. Bu cümle, Giriş bölümündeki birkaç paragrafın özeti aslında. Yazının devamında görebilirsiniz.


Giriş metni

Giriş metnini başlıklardan sonra yayımlamak biraz garip gelse de, diğer seçenekten daha düzgün gözükeceğinden dolayı böyle yapmaya karar verdim. Metnin tamamını değil, yorumlamak istediğim parçaları alıntılayacağım. Buyrun:

Siyaset alanında, olgular ile algılar arasında ciddi farklılıklar yaşanabilmekte, olgular siyasi görüşlere göre farklı yorumlanabilmektedir. Hukuk alanında ise sübjektif değerlendirme ve algılar yerine olguları, nesnel gerçeklikleri, somut olay ve eylemleri objektif norm ve kurallarla değerlendirmek bir zorunluluktur. (1)

(…)

Bu iddianame, bir çelişkiler yumağıdır. Kurulduğu andan beri Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedefine doğru kararlılıkla yürüyen ve bu yürüyüşün en önemli dönemeci olan Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinin gerçekleşmesi için gerekli her adımı atan bir partinin, laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiğini ileri sürmek bir çelişkidir. (2)

(…)

Bu davayla hukuk sistemimiz zarar görmektedir. Hukukun siyasallaştığı düşüncesi, vatandaşların hukuka karşı güven duygusunu zedelemektedir.

Bu davayla Demokrasimiz zarar görmektedir. Meclis demokrasinin kalbi, partiler ise bu kalbe kan taşıyan ana damarlardır. Partilerin kolaylıkla kapatılabilmesi, çoğulcu demokratik siyasetin sorun çözme işlevini yok etmektedir. Milletimizin demokrasiye olan inanç ve güvenini derinden sarsmaktadır.

Bu davayla ülkemiz ve milletimiz zarar görmektedir. Siyasi ve ekonomik istikrarın tahrip edilmesi ülkenin ve halkın fakirleşmesi, kaybetmesi demektir. Türkiye’ye onlarca yıl kaybettirmeye kimsenin hakkı olmamalıdır.

Bu davayla Devletimizin bütünlüğü zarar görmektedir. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü zedeleyecek düşünce ve hareketler, bu süreçte güç ve zemin kazanmaya çalışacaktır. (3)

(…)

Son seçimde neredeyse iki kişiden birinin oyuyla çok güçlü bir demokratik temsil yetkisi alan AK Parti, milletimizin daha demokratik, özgür ve çoğulcu bir toplumda müreffeh ve huzur içinde birlikte yaşama hakkını daima savunmuştur, bundan sonra da savunmaya devam edecektir. (4)

(…)

Bu bağlamda aşağıda söyleyeceklerimiz, tarihe ve tanıklık ettiğimiz çağa düştüğümüz notlar olarak görülmelidir. AK Parti olarak bu açıklamaları, aziz milletimize ve devletimize karşı üstlendiğimiz görev ve sorumluluğun bir gereği olarak görüyoruz.

(1) Çok güzel bir başlangıç yapmışlar, gerçekten etkileyici ve inandırıcı. Takdir etmek istedim.

(2) Bu paragrafa yapacağım yorum yalnızca AKP‘ye değil, dış politikadan anlamayan ve diğer ülkelerin iç işlerimize karışmasına izin veren tüm iktidarlara; yine de konumuz AKP olduğu için AKP‘ye hitap edeceğim.

Mustafa Kemal Atatürk‘e gerçekten saygıları, veya en azından biraz olsun sempatileri, var mı bilmiyorum ama AKP‘nin bu ön savunmasında ismini bolca kullanarak sempatik görünmeye çalıştıkları Atatürk‘ün şöyle bir sözü var:

Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatlarıyla,yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.

AKP‘nin bu sözü dikkate almadığını, gözden kaçırdığını düşünüyorum. BOP eşbaşkanlığıyla övünen başbakanımızın türlü kararlar için çoğunlukla Avrupa‘daki büyüklerine veya neredeyse tapındığı Amerika‘dan izah ve icazet almasını başka türlü açıklayamayız. Benzer şekilde Avrupa Birliği‘ne girmek için şekilden şekile girdiğimiz şu günlerde Atatürk‘ün şu anekdotunu da hatırlamakta fayda var, Birleşmiş Milletler, o günlerde andığımız adıyla Milletler Cemiyeti hakkında:

Dünyanın en büyük uluslararası topluluğuna Türkiye’nin katılması için yapılan öneri karşısında Gazi Mustafa Kemal şöyle dedi: “Başvurmayı düşünmüyoruz fakat davet ederlerse katılırız.”

Topluluk, ‘başvurma zorunluluğu’nu uygulamaktan ilk kez vazgeçti ve 43 üyenin oybirliğiyle Türkiye’nin topluluğa davet edilmesine karar verdi. Bu davet üzerine Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne katılmayı kabul etti. Yıl 1932 idi.

http://img126.imageshack.us/img126/183/davetederlersekatiliriz11vd.jpg
http://img155.imageshack.us/img155/8954/davetederlersekatiliriz29lh.jpg

(3) Buradaki dört paragrafta da güzel bir sunum yapmışlar gibi. Yalnız yanıldıkları bir nokta var: Zarar göreceğini iddia ettikleri hukuk sistemi ve demokrasinın, iddia edilenin tam aksine, yararı ortaya çıkacaktır. İddianamede yer alan onca iddianın tepki görmeksizin gerçekleştirilebileceği yönetim biçimi demokrasi değildir. Monarşi olabilir, oligarşi, dikta rejimi vb. olabilir ama demokraside herkesin her şeye itiraz etmeye hakkı vardır. Nasıl ki AKP‘nin bu davada kendisini savunma hakkı varsa, nasıl ki lisedeki genç dövüldüğü için okul yönetimine şikayet yetkisine sahipse, sizin düşüncelerinizi benimsemeyen birileri de sizin şeriat isteğinizi veya ülkeyi satışınızı ihbar etme izni mevcuttur.

(4) Bu paragrafı da yalnızca “%47 ulan!” tepkisini, “Bizi çok fazla kişi seçti!” övüncünü burada bile kullanmaya kalktıklarını göstermek için işaretledim. Ortada hala 5 milyon kayıp oy varken o sahte %47 oy oranı ile övünmeleri, bu sefer ağır sayılabilecek bir tabir kullanmak istiyorum, fena halde gülünç.


Yazının sonuna geldik. Kin tutmayan, kolay yumuşayan, kolay affeden bir halk olduğumuzu hatırlatarak diyebilirim ki, eğer geçmişte yaptıklarınızı unutmamızı, savunmanıza gerçekten inanmamızı istiyorsanız; bu ön savunma sonrasında daha sakin, daha az seyirciye oynayan, daha tutarlı ve daha az imla hatalı bir esas savunma yazmalarını ve bunun yanında geçmişi savunurken günümüzde de savunmalarını gerektirecek hareketler (O nasıl bi’ 1 Mayıs‘tı beya?) sergilemelerini tavsiye edebilirim. Tabii ben vasıfsız bir üniversiteli bir gencim, benim sözümü kim dinler ki?

Barış Ünver
08 Mayıs 2008

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

Yorumlar kapalı.