Meşguliyet erdem değildir

Çevremde bazı insanlar var. Kadın olabilir, erkek olabilir… Arkadaş olabilir, akraba olabilir, internetten takip ettiğim biri olabilir… Ayrıntı vermeyeceğim, gücenmesinler. Ama saydığım her gruptan kişiler var, birazdan bahsedeceğim sıkıntıdan muzdarip olan.

Çevremdeki bu insanların vakti yok. Daha doğrusu onlar öyle diyorlar, zira her gün 24’er saat veriliyor kendilerine. Çevremdeki bu insanların vakti var, ama vakitleri üzerinde kontrolleri yok. Ve işin acayibi, çevremdeki bu insanlar bu konudan yakınırken bazen yakınmaktan ziyade övündüklerini hissediyorum.

Yok, bu bir “zan” değil. Meşgul olmaktan ve yorulmaktan basbayağı memnun olanlar var. “Oh oh, iyi ki meşgulüm ve iyi ki yorgunluktan geberiyorum!” demiyorlar, elbette şikayet ediyorlar. Ama şikayetlerinde bir kıvanç, bir gurur var.

Eminim sizin çevrenizde de böyle birkaç kişi vardır. Görüşmek istediğiniz bir arkadaşınız olabilir, sohbet etmek istediğiniz bir tanıdığınız olabilir, tanışmak istediğiniz bir iş insanı olabilir… Meşguliyet ve yorgunluğu “statü simgesi” sayan en az bir tanıdığınız vardır elbet.

Bir süredir bu konuda düşünüyorum. Meşgul olmak neden bir insanın hoşuna gider? Yorulmak, zaman bulamamak, yakınlarına vakit ayıramamak neden bir kıvanç kaynağı olur?

Aklıma gelen yanıtlardan biri, kabul ediyorum, biraz komik. Toplumda “önemli şahsiyetler” olarak görülen insanlara (ünlülere, iş adamlarına, siyasetçilere vesaire) ulaşmanın zorluğu herkesçe bilinirken; yine de bir insanın, kendisine ulaşılmasını zorlaştırmasının onu daha önemli bir şahsiyet yaptığı inancına sahip olması komik olsa da abes gelmiyor. Yalan mı? “Herkese ayıracak vaktim yok” zihniyeti, bir kişinin kendisini daha çok önemsemesini sağlamaz mı?

Aklıma gelen bir yanıt daha var, daha oturaklı ve daha gerçekçi. “Bir şeyler yaptığını” ve “hayatta ilerlediğini” görmek, bir insana her zaman iyi hissettirir. Ve kendi hayatında bunu göremeyen bir insan, yine de o duyguyu yaşamak isteyebilir. Ayıp bir şey değil bu tabii. Ama bu duyguyu yaşamak için sahte bir yorgunluk hissinin, bir meşguliyet yalanının ardına saklanmak, kişi bunu fark ettirmediğini zannetse de, başkaları tarafından kolaylıkla fark edilir.

Arkadaşım, sana diyorum. Evet evet sen, her gün telefonunda bir buçuk saat boyunca Facebook’ta, Instagram’da takılan, oyunlar oynayan meşgul arkadaş. Sen kendini inandırmış olabilirsin, kesinlikle sözüm yok, ama çevrendeki herkes söylediğin kadar meşgul olmadığını biliyor. Kimisi sana güceniyor, kimisi kızıyor, kimisi sana verdiği önemi, sana duyduğu saygıyı istemeden de olsa azalttı.

Evet tatlım, senden bahsediyorum. Her akşam 4 saat boyunca televizyonda salak salak yarışmalar, iç karartan diziler izleyen güzel insan. Bilinci minimum seviyeye indirip ağzın yarı açık ekrana bakmanın, yakınlarınla sohbet etmekten daha yorucu olduğunu biliyor muydun? Gözlerine yazık. Hem beyni kapatıp ekrana bakmak yerine biraz kafa çalıştırmak beyne daha iyi gelir, bunamayı falan önler. Gömüldüğün koltuktan kalk da, en azından bir hobinle ilgilen.

(Bu konuyu daha önceden konuştuğum yakınlarıma bir not: Senden bahsetmiyorum canım. Bir başka yakınım var, ondan bahsediyorum. Yoksa sen tabii ki meşguliyetinin hakkını veren bir “meşgul”sün, sana sözüm yok.)

Örnek verdiğim şeyler elbette “kimsenin yapmaması gereken şeyler” değil. Ben de oyun oynarım, ben de dizi izlerim. (Saatlerce televizyon karşısında saçma sapan yarışmalar izleyen birine dönüşmeyi asla istemem, orası ayrı.) Bunlar (televizyon hariç) yanlış şeyler değil. Vallahi değil. Yanlış olan, bunlara vakit ayırmasına rağmen bir kişinin “çok meşgulüm, hiç vaktim yok” diye yakınması.

Peki, bunları yapmadığı halde meşgul olanlar ne olacak? Gerçekten de televizyon başında vakit geçirmeden, telefonda veya bilgisayarda oyun oynamadan işiyle gücüyle ilgilenen ve bu yüzden yakınlarını tekrar tekrar reddetmek zorunda kalan (Yazık…) kişiler yok mu? Var valla.

Ama dediğim gibi, hepimizin bir gününde 24 saat var, hepimizin bir haftasında 7 gün var. Mühim olan zamanını yönetebilmek. Günde 70 defa e-posta kutunu kontrol edip 3 saatini boşa geçiriyorsan, çalışıyor gibi görünmene rağmen seni de “meşgul” sayamayız. Ama “yorgun” sayabiliriz çünkü optimize edilmemiş mesai insanı yorar. Hatta optimize edilmiş mesaiden daha çok yorar.

Zaman yönetimi konusunda tanıdığım iki muhteşem adam var. Biri Uğur abi, biri Ercüment abi. İkisi de sektörlerinde büyük işler başaran, belki senin-benim göremeyeceğim miktarlarda paraları yöneten insanlar. Ama İstanbul’u ziyaret ettiğimde ikisini de ararım, ikisi de vakit ayırmak için çaba sarf eder. Bakın, “İkisi de vakit ayırır.” demiyorum, ama ikisinden de rica ettiğimde (zaten dopdolu olduklarını bildiğim) ajandalarına bakarlar ve “Barış’la hangi gün, hangi saatte görüşebilirim?” diye düşünürler. Vakitleri olmazsa anlayışla karşılarım, zira hiçbir zaman beni “Bu aralar çok doluyum.” diye reddetmediler.

Zaten meşguliyetinden “yakınan” insanlara üzülmemin sebebi de bu: Meşgul bir insan oldukları ön kabulüyle hareket ediyorlar. Oysa durum o değil. Herkes birbirine vakit ayırabilir, önemli olan istemektir. Biri bana “Ben sana vakit harcamak istemiyorum.” diyecek olsa, o hafta yapacağı işleri düşünmeden “Gerçekten hiç vaktim yok.” diye benden bin defa özür dileyenden daha samimi gelir.

İki defa vurguladım, yazının içine edeceğini düşünmesem yüz defa daha vurgularım: Herkesin aynı miktarda zamanı var. Bu zamanı yönetmemek sizi “önemli bir insan” yapmaz. Birine vakit ayırmak için çaba sarf etmek de sizi “önemsiz bir insan” yapmaz.

Sevgiler.

Son bir not: Yaşadığım bir olay üzerine bu yazıyı yazdığımı düşünmüş olabilirsiniz, normaldir, ama yaşadığım bir olay üzerine yazmadım bu yazıyı. Yaşadığım birkaç olay üzerine yazdım.

Barış Ünver
22 Nisan 2016

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.