Mustafa (2008)

Tap to continue

Mustafa (2008)

DİKKAT: Bu yazı, Beyn'in "Arşiv" kategorisine aittir. Yazının arşivlenmiş olması, yazı içindeki bilgi ve görüşlerin artık önemsiz veya geçersiz olduğunu gösteriyor olabilir.

Mustafa (2008)

Bu film hakkında çok acayip tartışmalar döndü. Kimi “Atatürk‘ü yeterince tanıtamadı.” dedi, kimi “Atatürk‘ü çok çirkin tanıtmışlar.” dedi, kimi “Atatürk‘ü çok güzel tanıtmışlar.” dedi… İzlediğimde gördüm ki, Can Dündar bu belgeseli yaparken aynen böyle tartışmalar çıksın istemiş sanırım.

Filme laf yok, film çok güzel… genel olarak. Atatürk‘ü çok iyi tanıtmış bence… genel olarak. Filmin tamamına yakınında gurur duydum Atam ile. Ama filmin bi’ 15-20 dakikası hakikaten öfkelendirdi beni. O kısım da, devrimleri gerçekleştirirken İslam karşıtlığını fazla kaçırmış, bir de üstüne diktatörlük damarı kabarmış bir Atatürk portresinin çizildiği 15-20 dakikalık kısım. Ve özellikle dikkat ettim, filmin her köşesinde takdir edilesi, alkışlanası bir belge (yazı, resim, ses, video vb.) kullanımı varken bu bahsettiğim kısımlarda genel devrim resimlerinin yanında Can Dündar‘ın sesinden başka bir şey yoktu.

Filmin ilk saatinde, Atatürk‘ün gençlik yıllarındaki eğlence ve içki düşkünlüğüne arada bir-iki atıfla, Atatürk‘ün tüm gençlik yaşamı belgeleriyle anlatılıyor. Sigara dışındaki zaaflarının da olduğunu fark etmek beni ondan koparmadı, aksine, şu yazıyı yazarken içinde bulunduğum gençlik yıllarımla karşılaştırdığımda Atatürk‘e kendimi daha yakın hissettim. Belki filmi çocuklara izletmek, çocuklarda “İçki kötüdür, o zaman Atatürk kötü şeyler yapmıştır.” izlenimi uyandırmış olabilir veya uyandırabilir ama bir çocuk gibi düşündüğümde, filmde de anlatılan koca bir ülkenin yeniden inşasıyla içtiği birkaç şişe rakıyı karşılaştırdığımda Atatürk‘e olan sevgimle saygım yine azalmıyor. Özetle, Atatürk‘ün içkiye, eğlenceye düşkünlüğü doğal olarak karşılandığı sürece (ki zaten art niyeti asıl bunları doğal olarak karşılamayanda aramalıyız) bu bölümlerin Atatürk‘e zarar vermeyeceğini, bize gurur vereceğini düşünebiliriz. En azından ben öyle düşünüyorum.

Neyse, sonraki 15 dakikalık kısım daha da gaza getirici: askerliği. Burada bu bölümlerin kısaca geçilmesi de eleştirilebilir ve bence de eleştirilmelidir. Tamam, bu belgesel Atatürk‘ün devrimleri yerine onun insan yanı üzerine kurulu ama sen Çanakkale Savaşı’nı 15 saniyede geçiştirirsen millet de haklı olarak sende art niyet arar, di’ mi Can?

Sonrasında ise korkunç bölüm geliyor. Bu bölüm, sonlara doğru başlayan “Atatürk‘ün giderek yalnızlaşması ve hastalanması” bölümüyle azıcık harmanlanarak verilmeye çalışmış ama o belgeli övgülerin yanında o belgesiz yergiler öylesine sırıtmış ki, film çıktıktan sonra aylarca filmin tartışma konusu haline gelmesine artık şaşırmıyorum. Şöyle bir cümle var, eğitim devrimi hakkında: “Medreselere kilit vuruldu. Eğitim laikleştirildi. Çocukken Kaymak Hafız’dan yediği dayağın intikamını almıştı işte.” Veya ne bileyim, sanki bir zorunluluk değil de tamamen kendi egoizminin eseriymiş gibi heykellerinin dikilmesi anlatılıyor. Monarşiye, otokrasiye alışmış bir topluma sen anında demokrasi getirirsen olmaz ki? Elbette ilk başta tek adam rejimi gerekiyordu. Film insana öyle duygular yüklüyor ki, ister istemez bugünün koşullarıyla o günlerdeki otokrasiyi sorguluyor insan. Ama biraz daha sorgulamayı başarınca zaten o günlerin neler gerektirdiğini anlamak için zeki olmaya gerek yok.

Bazı bölümlerde kullanılan cümlelerle öyle bir hava yaratılmış ki, sanki Araplar Hz. Muhammed‘in mezarını yok etmeye kalktığında elçi gönderip “O mezarı yok ederseniz orduyu toplar gelirim!” diyen Atatürk değilmiş de, Atatürk aslında tam bir İslam düşmanıymış. Sanki Atatürk devrimini, halkın yozlaşan İslami düşüncelerden kurtarmak için değil de, İslam‘dan komple koparmak için yapmış.

Bir de arkada korku filmlerininkine benzer bir fon müziğiyle Atatürk‘ün ne kadar büyük bir diktatör rejimi kurduğunu anlatan bir Avrupa gazetesini alıntılıyordu ki, o an Can Dündar‘ı cidden bir Atatürk düşmanı sandım. Sanıyorum belgeselin en abartılı bölümü oydu.

Son bölümde ise, biraz önce bahsettiğim gibi, Atatürk‘ün yalnızlaşmasını konu almış Can Dündar. Burada anlattıkları doğru olmalı. Gerçekten ölümcül hatalar yapmış ve sonucunda beraber devrim yaptığı arkadaşlarını kaybetmiş. Çok yazık olmuş çünkü Atatürk‘ün ölümünden hemen sonra Atatürk‘ün yapmaya çalıştığı birçok şeyin bozulmaya başlamasını buna bağlayabiliriz. Eğer Atatürk prensiplerini kendi arkadaşları arasında biraz olsun esnetebilmiş olsaydı, belki de o vefat eder etmez kapitalizmin pençesine düşmez, karma ekonomiye devam etme fırsatı bulurduk. Yine de, çok şükür, Atatürk‘ün eseri hala sağlam.

Sonuç olarak; filme yapılan eleştirilerin çoğu haklı eleştiriler. Ama tamamı değil. Film, Sarı Zeybek‘in verdiği hisleri vermiyor belki ama Atatürk‘ün de bir insan olduğunu net bir şekilde hatırlatıyor. Belki Atatürk düşmanı bağnaz İslamcı kesimin eline birkaç koz vermiştir ama Atatürk‘ü tapılacak bir put haline getirenlerin de gözünü açmıştır bence.

Barış Ünver
05 Mayıs 2009

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.