Algoritmalar ve sosyal medyanın ölümü

Geçenlerde şöyle bir aforizma salladım:

Tabii ki hiç etkileşim almadı. Artık kabulleniyorum: Sosyal medyada görünür biri değilim. Eskiden üzülüyordum buna ama Twitter detoksumun ardından daha rahatım, eskisi gibi dertlenmiyorum. Neden? Sosyal medyanın sosyalliğini yitirdiğine ikna oldum, ondan.

Sosyal ağları tanımak için eskilere gitmemiz gerekiyor. Ama çok eskilere, en eskilere, internette sosyalleştiğimiz proto-sosyal ağlara.

Sosyal ağlarla özgürleştik…

IRC protokolünü, mIRC programını hatırlayan var mı? Herkes birbiriyle amaçsızca yazışıyordu, o dönemin tabiriyle “chat’leşiyordu”. Kıt İngilizcemle yabancı bir kız gibi davranarak kuzenimi kafalamışlığım var. Benden önce doğanlar bu dönemi daha iyi hatırlar ama ben çocuktum, mIRC ile münasebetim daha sınırlı kaldı.

Ardından anlık mesajlaşma (IM) programları çıktı: Türkiye’de ICQ ve MSN popülerdi. İlk web sitemi (o zamanlar “homepage” diyorduk) ICQ’da, ikincisini Yahoo!’nun Geocities’inde yaptığımı hatırlıyorum. 90’lı yılların sonlarından 2010’lu yılların başlarına kadar epey uzun bir süre bu IM programları hüküm sürdü. Sonra niyeyse bu programlar anlık mesajlaşma piyasasında tutunamadı, akıllı telefonların çağı başladıktan sonra WhatsApp ve Facebook Messenger piyasayı domine etti.

2000’lerde bire bir yazışmaları IM ile yaparken, “topluluk iletişimini” forumlardan hallediyorduk: phpBB, vBulletin altyapılarını kullanan ForumTR, R10, hARDWAREMANIA ve Doctus gibi forumlarda geçti ergenliğim. Doctus’un baş editörüydüm, bedavaya sabahtan akşama kadar “adminlik” yapıyordum. (İlginç bilgi: Beyn’in çıkış sebebi, Doctus’un sahibinin paylaştığı “Blog yazmayana kız vermiyorlar” başlıklı bir yazıydı. WordPress ile bu sayede tanıştım ve Beyn’i açtım.) Hey gidi günler…

İşte tam o aralar Facebook modası patladı: Rumuzla değil gerçek adımızla üye olduğumuz bu platform sözde “ilk sosyal ağ” olarak tanındı ama zaten (adına “sosyal ağ” demesek de) IRC zamanlarından beri sosyalleşiyorduk. Neyse, sosyal medya dönemi ülkemizde Facebook’la başladı diyebiliriz. “Topluluk iletişimi” de Facebook gruplarına kaymaya başladı.

Yer bildirim uygulaması olarak çıkan Instagram, “mikrobloglama” platformu olarak çıkan Twitter da konsept değişiklikleriyle (“pivot ederek”) sosyal ağlara dönüştüler. PinterestFoursquareLinkedInVine gibi farklı türden sosyal ağlar da kendi “niş” alanlarında yükseldiler.

WhatsApp ve Telegram gibi uygulamalar anlık iletişimimizi karşılarken sosyal ağlar toplu iletişimimizi sağlıyordu, her şey yolundaydı. Ama Facebook, “duvar”larımızdaki gönderileri tarihe göre değil, öneme göre sıralayan ilk algoritmayı devreye sokunca her şey değişti.

…ve algoritmalarla köleleştik.

Sosyal medya algoritmalarının ilki, Mark Zuckerberg şerefsizinin akıl etmesiyle ortaya çıktı. Herkes birbirini güzel güzel takip ediyordu, kimsenin de farklı bir talebi yoktu ama Facebook, reklamlı gönderileri ön plana çıkarmak için “duvar”larda bir değişiklik yaptı ve gönderileri kronolojik olarak sıralamaktan vazgeçip, kendi belirledikleri bir öneme göre sıralamaya başladı. Gönderilerin önem sıralamasını belirleyen bu algoritma, zamanla arkadaş olmadığımız kişilerin, beğenmediğimiz sayfaların ve (tabii ki) reklamverenlerin gönderilerini de içermeye başladı.

(Yazılımcı ve matematikçi arkadaşlar gücenmesin diye araya şu notu sıkıştırmam lazım: “Algoritma” kelimesini bu yazı boyunca “sosyal ağlarda gönderileri önem sırasına göre sıralayan algoritma” tanımı yerine kullanıyorum.)

Diğer sosyal ağlar da bu değişikliğe ayak uydurdu ve Twitter, Instagram, LinkedIn gibi platformlarda da tanımadığımız insanların gönderilerini görmeye başladık. Elbette bu ilişki iki taraflı yürüdüğü için, bizim gönderilerimiz de tanımadığımız insanlara görünmeye başladı. Birden herkes, herkesi görmeye başladı ve doğal olarak etkileşim oranları yükseldi, yükselmek ne kelime, PATLADI.

Algoritmaların hayatımıza girişi, “içerik üreticiliği” diye yeni bir mesleği de ortaya çıkardı: İnternette görüp paylaştığımız içeriklerden sonra internetin bize uygun gördüğü içerikleri de görüp paylaşmaya başlayınca, bazı insanlar bu sayede ürettikleri içeriklerle meşhur oldular ve reklamverenler de bu içerik üreticileriyle çalışmaya başladı. On binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insana ulaşan “yeni meşhurlar” iyi para kazanmaya başlayınca, herkes şöhret şehvetiyle içerik üretmeye başladı ve algoritmalar da onlara hizmet eden herkesi öne çıkardı. Herkese aynı olanak sağlanınca ilk başta bu iyi bir şey gibi göründü ama herkes aynı olanaktan faydalanmaya çalışınca işin boku çıktı.

Algoritmalar etkileşim alan içeriğin iyisini-kötüsünü ayırt etmiyor. Böyle olunca, tavayla kafasına vuran amca, babasını “kışkırtarak” dayak yiyen ergen, mini etekle dans eden türbanlı bacım, dilencilere para vererek ne kadar iyi biri olduğunu kanıtlayan ruh hastaları dâhil olmak üzere herkes herkesin timeline’ına düşmeye başladı. Metin, ses veya resim/fotoğraftan ziyade video formatlı gönderiler herkese ulaşmaya başladı; kitaplara, sergilere, müziğe nazaran sinema ve televizyonun daha büyük kitlelere ulaşması gibi. Vine ile başlayıp TikTok ve Instagram’la coşan kısa videoların kalitesi şimdilerde yükselmiş gibi görünse de, içerik üreticileri hâlâ aynı algoritmalara hizmet ediyor. Etkileşim alma saplantılı hesaplarla, etkileşim vermeye programlı bot hesapların birbirini eğlediği çok çirkin bir geleceğe doğru gidiyoruz.

(Yapay zekâyla üretilen içeriklerin sosyal medyanın “sosyal” kısmıyla uzaktan yakından ilgisi olmaması konusuna girmiyorum bile. Onu da siz yazın.)

Sonuç

Algoritmalar sosyal ağları ve hayatlarımızı ele geçirmeden önce “yalnızlık” internetin getirdiği dertler arasında sayılmıyordu, bilakis, tanımadığımız insanlarla sosyalleşmenin tehlikeleri daha fazla göze batıyordu. Bugünse internetteki varlığımız, yalnızlığımızı körükleyen en büyük etmenlerden biri oldu. İki sebebi var:

  1. Bu yazıda bahsettiğim gibi, algoritmalar yüzünden yakın çevremize değil çok daha geniş kitlelere ulaşmaya odaklıyız.
  2. Herhangi bir şeyimizi değil “en iyi şeylerimizi” (en iyi düşüncelerimizi, fotoğraflarımızı, başarılarımızı vb.) paylaşmayı istiyoruz. (Bu arada herkes aynı şeyi yaptığı için herkesin “en iyi şeylerini” takip edip kendimizi herkesten geride hissediyoruz.)

Neticede algoritmalar yüzünden adına “sosyal” dediğimiz ağlarda sosyal çevremizle bir şeyler paylaşmayı bıraktık. Instagram’daki hikâyeler, kilitli Twitter hesaplarından yaptığımız paylaşımlar ve WhatsApp/Telegram grupları gibi istisnalar hâlâ mevcut ama onların bile sosyal olmayan amaçlarla kullanıldığını görüyoruz.

Twitter’da, Instagram’da, Facebook’ta, TikTok’ta paylaştığınız gönderilere bakıp “Bunu gönderirken amacım sosyalleşmek miydi, etkileşim almak mıydı?” sorusunu sorun. Dikkat çekmeye çalıştığınızı kabullenin ve bu çabanın sosyal medyada norm olduğu gerçeğiyle yüzleşin. Farkındalık sahibi olursanız, küçük bir ihtimalle algoritmaları yenebiliriz.

Algoritmasız bir sosyal ağ çıkarsa lütfen haber verin.

Barış Ünver
06 Ekim 2025

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için aşağıdaki formu doldurarak Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.