2009 yılında Recep Tayyip Erdoğan, meşhur Davos çıkışını yaptığında hepimiz alkışlamıştık. (Ben bile kısmen desteğimi vermiştim ki, adam bana sonra başka bir yazımdan dava açtı.) Erdoğan’ın en muhaliflerini bile sessizlik içerisinde bırakan, harika bir çıkıştı. Sonrasında onun da bir tezgâh olduğu şüpheleri doğdu (Baktık ki, adam tam da çıkış yapacağı konu hakkında belgelerle falan gelmiş.) ama sonuç olarak Siyonizm denen illete kıl olan herkesin içinin yağlarını eriten sözler söylendi.
Moderatörün elini tam bir delikanlı hamlesiyle indirdi mesela Başbakan. Helal olsun. “Öldürmeye gelince siz, öldürmeyi iyi bilirsiniz.” dedi mesela. Aslan Başbakan. Bir de Şimon Peres sesini yükselttiğinde şunu söylemişti: “Biliyorum ki sesinin bu kadar çok yüksek çıkması, bir suçluluk psikolojisinin gereğidir.”
Hah. Ben de bunu diyorum.
Bu söz, çok doğru bir söz. Hatta belki de o fantastik çıkışta söylediği sözler arasında en doğrusu. (Bir de ne kadar muntazam bir cümle kurmuş, di’ mi? Niyeyse Türkiye’de böyle kurallı cümleler kurmuyor.)
Bağırmak, gerçekten de suçluluk psikolojisinin bir ürünüdür. Suçlu insan hırçınlaşır.
Bunun en güzel örneklerini de, sağ olsun, kendisinde görüyoruz. Kemal Kılıçdaroğlu, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’ndeki yolsuzluk skandalının belgelerini ortaya koyduğunda verdiği aşırı tepkiyi hatırlayın. (Şimdi o dava sonuçlandı, bazıları “kurtarılsa” da suçlular cezalandırıldı.) Veya, Gezi Parkı eylemleri Türkiye çapında sürerken, orucunu bile açmadan ne sözler sarf ettiğini, nasıl salonları, meydanları inleterek haykırdığını hatırlayın.
Şimdi ise, 17 Aralık 2013’te başlayan yolsuzluk operasyonunu izliyoruz, tarih yazılırken biz de o tarihi bizzat yaşıyor, tecrübe ediyoruz.
Bu sefer bağırmıyor. Sesini -her zamanki gibi- yükseltiyor ama bağırmıyor. 2000’den fazla polisin yerinin değiştirildiğinden bahsediliyor. Aşağı yukarı bütün büyük şehirlerdeki Emniyet Müdürlerinin görevlerinden alındığı biliniyor. Kendi kurduğu “düzene” karşı gelen tüm savcılar görevlerinden alınıyor. HSYK’nın yapısı değiştirilerek Adalet Bakanı’na bütün savcı ve hakimler üzerinde kontrol yetkisi verilmeye çalışılıyor.
Cemaat’le hükümet arasında artık açıkça oynanan bu stratejik, psikolojik, süpersonik savaşın bir tarafı değilim; olanları hayretle izlemeye devam ediyorum. Ama dışarıdan bakan biri olarak, Başbakan’ın bünyesindeki suçluluk psikolojisinin, neredeyse elimizle tutabileceğimiz kadar somutlaştığını görüyorum.
Ama insanın oğlunu bu kadar seviyor olması da güzel bir şey tabii.