Bu yazıda özgün bir görüş belirtmeyeceğim, farklı bir bakış açısı okumayacaksınız. Bu yazıda, herkesin bildiği bir gerçeği benim hala kabullenememiş olduğumu düşündüğüm için kendime yönelttiğim eleştirileri okuyacaksınız. Kaldı ki bu özeleştiri yazısıyla bile, herkesin bildiği bu gerçeğe hala karşı çıkmış olacağım.
Herkesin bildiği gerçek, kişinin kendisiyle barışık olmasının gerekliliği.
İnsanlar “kendiyle barışık olmak” ile “kendini beğenmişlik” arasında ince bir çizginin olduğunu düşünürler. Doğrudur, ancak aynı çizgi “kendiyle dalga geçebilmek” ile “kendine düşmanlık” arasında da vardır. Düşmanlık demeyelim de, gıcıklık diyelim.
Özellikle lisedeyken benimle epey dalga geçtikleri için, kendimle dalga geçerken malzeme sıkıntısı yaşamıyorum. Ama başkaları önünde kendimle dalga geçebiliyorken, yalnız başıma kaldığım zamanlarda kendimi pek sevmediğimi fark ediyorum. Yakın arkadaşlarım ve ailem, onlarla konuşurken kendimi nasıl kötülediğimi iyi bilir.
Siz de yabancı değilsiniz, şöyle yüzeysel bir biçimde sıralayayım:
- Esmerim ama fazla esmerim, ona gıcığım var. Hem de küçüklüğümden beri.
- Aşırı zayıf olmam ve kilo alamamam beni deli ediyor.
- Kilo alamadığım için istediğim gibi kas da yapamıyorum. (Aşırı kaslı bir yarmaya dönüşme gibi bir niyetim yok ama biraz yapılı olmayı çok isterdim.)
- Uyku düzenimi bir türlü düzeltemiyorum ve buna cidden çok üzülüyorum.
- Tembellikten de kurtulamıyorum, kendimi çalışkan olmaya zorlayamıyorum.
- Kolayca öfkelenebiliyorum ve yine kolayca sönsem de, verdiğim (duygusal) zararı görünce oturup ağlayasım geliyor.
- Anlaşılmaz bir biçimde giderek daha az anlaşılabilir, daha az dayanılabilir birine dönüşüyorum. Arkadaşlarımın giderek azaldığını, ailemin bile zaman zaman benden birazcık soğuduğunu görüyorum.
- Hayatımı kontrol altına almaya çalıştıkça, daha kontrolsüz biri olduğumu görüp kahroluyorum.
- Var olan sorunlarımı kabullenip onlarla yaşayabilmek yerine, yalnızca varlıklarına dikkat edip kendimle savaşıyorum.
Bu son madde önemli çünkü “kendimi sevememe” konusunun kaynağında sanırım bu var. Mümkün olmayacağını bilmem gerektiği halde, var olan sorunlarımı yok etmeye, sorunsuz bir insan olmaya çalışıyorum ve haliyle başarısız oldukça sorunlarım da büyüyor, kendime olan kızgınlığım da.
Kendime olan bu kızgınlığım, asabiyetimin sebebi olabilir ve asabiyetim de büyük ihtimalle insanlarla gittikçe daha zor anlaşabiliyor oluşumun tetikleyicisidir. İnsanlarla anlaşamayınca hayata olan bağlılığım azalıyor, bu da tembelliğime sebep oluyorsa, bu da beni daha fazla sinirlendiriyorsa, bütün bunlar da uyku sorunlarımın kaynağını oluşturuyorsa ve hayatımın en belirgin bölümlerinden biri olan “uyku”yu bile kontrol edemediğimi ve daha kontrolsüz biri olduğumu görüp kahroluyorsam… bu bok çukurundan kurtulmak için kendimle barışmam şart demektir.
“Kendiyle barışık olmak” demek, var olan sorunların varlığını kabullenmek demek değil midir? Elbette düzeltmenin yolları vardır ve gerekli olanlar düzeltilecektir ama ya çözümün temelinde bu sorunların varlığını kabullenmek ve bu sorunlarla, sorunları sorun etmeden yaşayabilme becerisi yatıyorsa?
Yazı yazmayı bu yüzden seviyorum işte: Yazının başında, kafamda yalnızca “kendiyle barışık olmak konusunda bir yazı yazmak” varken ve kesin bir çözüm geliştirememişken şimdi çözüme nasıl ulaşacağımın yolunun taslağını çizdim!
Oldu bu iş.
İlk adımım şu olacak: En kolay kısımdan, bedensel özelliklerden başlayarak gördüğüm sorun ve/veya eksiklikleri kabullenmek ve bu sorunlarla barışacak ve bunlarla yaşamayı öğreneceğim. Demem o ki, esmerim biçim biçim, ölün lan esmer için, alem bana düşmandır, zayıf olduğum için – oy!
İkinci adımda tembelliğimin “tembellik” tanımına ne kadar uyduğunu tespit edecek, bu tespite dayanarak sonuç ne olursa olsun yaşama biçimimle gurur duymayı öğreneceğim. Bununla beraber bünyemde var olduğunu düşündüğüm diğer sorunlarla da başa çıkmaktan önce benimsemeyi, kabul etmeyi deneyeceğim ve çözüme bu açıdan yaklaşmaya çalışacağım.
Zaten kendini sevemeyen birini kim sevebilir ki?