Bir kızla tanışırsın.
Önce iyi vakit geçirirsin, “sıkı bir kız” olduğunu düşünürsün.
Sonra bakarsın ki aynı şeylerden hoşlanıyor, aynı şeylere gıcık oluyorsunuz. O “sıkı kız”, “süper bir kız”a dönüşür.
Daha sonra epey iyi anlaştığınızı fark edersin. Hatta onun da bunu fark ettiğini fark edersin. “Çok hoş bir kız”dır o artık.
Sonra bir şeyi daha görürsün: Konuşmalarınız artık pek de arkadaşça değildir. Birbirinize gereksiz şirinlikler yaptığınızı, iltifatlaştığınızı görürsün. O kıza “çok tatlı bir kız” demek için hiçbir engel yoktur.
(Kontrol edersin, ı-ıh, kız olsa bile başka arkadaşlarınla böyle konuşmuyorsundur. Ve zaten kızın da başka biriyle görüştüğüne veya bir başkasından hoşlandığına dair hiçbir iz yoktur. Zaten öyle bir şey olsaydı, bu kadar şirinliğe izin vermezdi, değil mi?)
Artık flört ettiğinize kanaat getirdikten sonra; saçının ne kadar güzel koktuğunun, burnunun yüzünde ne kadar şirin durduğunun ayırdına varırsın. Selamlaşırken onu öptüğünde yanaklarının nasıl yumuşacık olduğunu, göz göze geldiğiniz anlarda gözlerinin ne kadar güzel olduğunu, nasıl derin baktığını düşünürsün.
Ama erkekler normalde öküzdür, vücut dilinden veya bakışlardan tam olarak çıkaramaz duygusal mevzuları. Bir noktadan sonra içine bir kurt düşer: “Acaba o da aynı şekilde mi hissediyor yoksa her zamanki gibi kendi kendime mi gelin-güvey oluyorum?”
Bu noktada hassasiyet başlar. Erkeklerin özel günleridir bu günler. Konuşmalar tekdüzeleşmeye, hareketler mekanikleşmeye başlar çünkü iki gün önceki rahatlığın yerini inanılmaz bir otokontrol mekanizması almıştır.
Artık daha dikkatli konuşursun, aldığın karşılıkları kılı kırk yararak incelemeye başlarsın… Buluştuğunuzda elini masaya koymanın mı yoksa dizlerinin üstünde tutmanın mı daha doğru olacağını bile düşünürsün. Ve tabii bu sırada konuşmaya devam etmen gerekir. Bazı cümleleri birer defa daha dinlemen gerekebilir çünkü gözlerini onun dudaklarından alamazsın.
Ve bir gün, yorulduğunu hissedersin.
Onunla konuştuğun her kelimeyi, onunla geçirdiğin her anı düşünüp tartmaktan kafan davul gibi olmuştur. Artık daha fazla ihtimal hesabı yapmak istemiyorsundur.
Utangaç utangaç yaptığın birkaç cılız hamleye kesin bir tepki vermeyen kıza açılma vakti gelmiştir.
Normal erkeklerin korkulu rüyasıdır açılmak. Başarı ihtimalinin sıfıra yakın oluşu dolayısıyla bu “açılma” mevzusunu en azından birkaç defa denemiş birçok normal erkek bunu fobi haline bile getirmiştir.
Azaba bak: Artık bünyede daha fazla dayanacak güç kalmadığı için, kırılması muhtemel olan gururu geri planda tutmak amacıyla bir deli cesareti toparlarsın ve kızdan hemen o anda bir yanıt, bir karar beklersin.
Kızcağızın halini de anlamak lazım: Çocuğun teki gelmiş, senin egonu patlatacak bir açıklamayla senden bir karşılık bekliyor. Yazık, vallahi çok yazık…
Neyse… Kızımız kimi zaman gerçek, kimi zaman sahte olan şaşkınlığını üzerinden atar atmaz bir karşılık verecektir. Birkaç seçeneği vardır:
- “Bunu niye daha önce söylemedin? Evet, yüz bin kere evet!”
- “Bana biraz zaman ver, olur mu?”
- “Ama ben seni arkadaş olarak görüyorum…”
İlk seçeneğin kullanılma ihtimali sıfıra yakın olduğu için göz ardı edilebilir.
İkinci seçeneği kullanan kız durumun farkındadır ve zaten o da bu durumu bir süredir düşünüyordur. Akıllıca bir davranıştır ama düşündükten sonra “Peki.” diyene pek rastlanmaz.
Üçüncü seçenek ise hem acımasız kızların, hem de iyi kalpli kızların -farklı niyetlerle kullandıkları- bir cümle olduğu için, favori seçenektir.
Hani kızlar normalde küfür etmez ya… Bu söz, bin küfürden daha ağırdır erkekler için. Demin bahsettiğim gururu kibrit gibi kırıverir. Kalbi, ıslak çamaşır sıkar gibi sıkar.
Kötü kalpli kızların bu cümleyi kullanması anlaşılabilir bir olaydır zira kötü kalpli kızlar, erkekleri bu cümleyle nasıl ezebileceklerini bilirler. Ama iyi kalpli kızları anlamak mümkün değildir: Amacı nedir güzelim bu sözün? Ne yani, bu cümleyi duyunca karşındaki rahatlayacak mı sanıyorsun? Kafan mı güzel, aptal taklidi mi yapmaya çalışıyorsun?!
Kızdım bak. Neyse…
Olay bu noktadan sonra tatlıya bağlanamaz. O sözün söylenmesindeki niyet gerçekten arkadaşlığın devamı olsa bile, o arkadaşlıktan bir hayır gelmez. Kız tarafı da, erkek tarafı da aralarındaki o arkadaşlık bağından soğumuştur bir defa. Kız tarafı “Acaba hala bana karşı bir şeyler hissediyor mu?” sorusunu sorup hayatını bir pembe diziye çevirme gayretine girerken erkek tarafı o ezilmişliğin ardından çoğu zaman kızı görmeyi dahi istemez.
En inatçı erkekleri bile yıldıran, “peşinden koşma” hevesini söndüren, dediğim gibi, bin küfre bedel bir sözdür bu söz.
O güzel saçların kokusu da unutulur, mecburen.
Yorumlar kapalı.