“Beş maymun deneyi”ni duyanlar parmak kaldırsın. (Gerçekten bu yazıyı okurken parmağınızı kaldırmadığınızı varsayıyorum.) Bilmeyenlere çok kısa bir özet geçelim:
- Kafese beş maymun koyarlar. Kafesin tepesinde bir demet muz vardır. (“Demet” mi?)
- Beş maymundan hangisi muza ulaşmaya çalışırsa bütün gruba soğuk su sıkarlar, ciyak ciyak bağırtırlar. Bir süre böyle şartlanırlar.
- Daha sonra kafesteki maymunlardan biri, yeni bir maymunla değiştirilir. O da maymunluğun fıtratından muza ulaşmaya çalışır ama bu sefer diğer maymunlar su gelecek diye yeni maymunu muzdan uzak tutarlar.
- Bir süre sonra “orijinal beş maymun”dan ikincisi de kafesten alınır, yerine bir başka yeni maymun konur. O da aynı şekilde muza ulaşmaya çalışır ve aynı şekilde diğer dört maymun onu muzdan uzak tutarlar.
- Bu şekilde üçüncü, dördüncü ve beşinci “orijinal maymun” da kafesten çıkarılır ve üzerine bir damla su gelmemiş olan beş “yeni” maymun, bilmedikleri bir sebepten ötürü muza ulaşmaktan korkarlar.
Deney, Vikipedi’nin kaynak gösterdiği bir makaleye göre muhtemelen hiç yapılmadı, dolayısıyla bunu bir “düşünce deneyi” olarak da düşünebiliriz. Hatta bunun “insanlısını” da düşünelim: Üstünde kurabiye olan bir masanın etrafına 5 kişi koyup cebine 500 lira verin ve kurabiyeye hamle yapan olursa herkese 250’şer lira ceza kesin. Denekler birer birer değiştikten sonra o kurabiyelere dokunan olur mu?
Allah aşkına inkâr etmeyin, bu deneyi hiç duymamış olsanız bile deneyin sonucu size çok tanıdık gelmiştir. Memleketimi kötülemek gibi olmasın, eleştirmek zorundayım: Kültürümüzde “büyüğe biat” çok ama çok oturmuş bir kavram. Öyle ki, kafası az çok çalışan canım okurlarım (abonelerimden bahsediyorum) bu yazının geri kalanında yazacağım şeyleri bu cümleyi okurken tahmin etti bile.
Kabullenmek ve sorgulamak
Bazı şeyleri çok kolay kabulleniyoruz. “Büyüğe biat” derken yalnızca bizden yaşça büyük olan akrabalarımızdan bahsetmiyorum: Otorite figürü olarak gördüğümüz insanların ve kurumların yönlendirmelerini sorgusuz, sualsiz kabul etme eğilimimiz var. Üstelik bu meyil de yine nesilden nesile geçiyor, eğitim ve iş hayatlarımızda, sosyal hayatlarımızda defalarca doğrulanıyor. Başka ülkelerde de benzer durumlar olduğundan eminim zira bu düşünce deneyi bizim ülkeden çıkmamış.
Özetle kendimizden büyük gördüğümüz güçleri sorgulamıyoruz. Sorgulamaya çalışanları marjinal, anarşist, zıpçıktı, aykırı görebiliyoruz.
Sorgulamak niye kötü peki? İtiraf ediyorum (siz de edin), “sorgulamak” kelimesi zihnimde negatif bir kelime gibi duruyor. Ne alakası var? Sorgulamak iyi bir şey, sorgulamak önemli bir hayat becerisi.
Sorgulayan kişinin illa sorguladığı şeye meydan okuduğunu düşünme şartlı refleksinden vazgeçmemiz lazım. Ben, annemin çay demleme şeklini sorgulayınca, araştırıp çayı Kafkas usulü demlemeyi öğrendim. Mustafa Kemal Atatürk, ülkesinin geldiği noktayı sorgulayınca Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak yolun ilk taşlarını döşedi. Hz. Muhammed, bulunduğu yerin kültürünü, inanç sistemlerini sorgulayınca vahiy geldi ve peygamberimiz oldu.
(Hassas bünyelere not: Hayır, kendimi Atatürk ve Hz. Muhammed’le kıyaslamıyorum. Hayır, Atatürk’le Hz. Muhammed’i de kendi aralarında kıyaslamıyorum. Alt, üst ve arş seviyelerinden üç farklı örnek vermeye çalıştım. Beni deli etmeyin.)
Biatçılığa övgü
Yazının başında sorgulama korkumuzun kültürümüzden geldiğini söylemiştim. Tam olarak böyle düşünmüyorum aslında: İnsanlığımız, hayvanlığımız, daha doğrusu “sosyal hayvanlığımız” belli bir raddeye kadar biatçılığı teşvik ediyor olmalı. E, tabii: Yediği bitkiden ölen birini biliyorsa, kabilenin yaşlısı o bitki konusunda bizi uyaracak. Tutup “Ben sorguluyorum yeeaa, yiyeceğim bu bitkiyi!” diyen birini göremezsiniz çünkü o zıpçıktı muhtemelen bitkiyi yiyip ölmüştür.
Peki bu biatçılık mıdır? Sanmıyorum: Toplumsal bilincin gelişimi diyebiliriz, türümüzün ilerleyişi diyebiliriz ama “bu bitki zehirli diyorlar, yemeyelim” mantığıyla “sürüden ayrılanı kurt kapar, hükümeti eleştirmemeliyim” mantığı arasında dağlar kadar fark olmalı.
Sonuç?
Bu konuda herkes kendince bir sistem geliştirmeli diye düşünüyorum. Benimkisi aşağı yukarı şöyle:
- Bilgiyi al.
- Bilgiyi teyit etmeye çalış.
- Teyit ikna ediyorsa bilgiyi benimse, teyit ikna etmiyorsa sorgula.
O masanın başındaki deneklerden biri olsam, ceza yememiş diğer dört deneğe neden kurabiyelere el süremediğimizi sorardım. Beş maymun deneyinde orijinal maymunların yeni maymunlara “neden muza hamle yapmamaları gerektiğini” anlatmadıklarını varsayarsak, muhtemelen o dört denekten bir cevap alamazdım, dolayısıyla bilgiyi (“Kurabiye almaya çalışınca ceza yiyoruz.”) teyit edemediğim için kurabiyelere hamle yapmayı denerdim. Beş maymun deneyinin amacı biatçılığın devamlılığı değilse (ki öyle değildir diye düşünüyorum) deneyi yapanlar kurabiyeyi alan “yeni deneklere” ceza kesmezdi. Yok, eğer bizden sonra beş denek daha gelecekse yine ceza yiyebilirdim, bu durumda yanımdaki dört denek beni bi’ güzel dövebilirdi. Sorgulama alışkanlığım pahalıya patlayabilirdi.
Diğer yandan, tarihte adı yazan, insanlığa iz bırakan insanların hepsi (istisna yok, HEPSİ) sorgulayan insanlar. Ve bana göre her insanın amacı, insanlığa iz bırakmak olmalı.