Yapboz gibi, bulmaca gibi bir yazı olacak, şimdiden özür dilerim. Ama müthiş iyi bağlayacağım.
Nosedive
Black Mirror’ın “Nosedive” bölümünü hatırlayan var mı? Instagram/TikTok gibi paylaşım yapabildiğiniz, ama aynı zamanda Google Haritalar/Yelp gibi oylanabildiğiniz (kullanıcılar paylaşımlarınızı değil, sizi oyluyor) bir uygulama bütün toplumu ele geçirmiş ve neredeyse herkes bu uygulamada yüksek puanlarını korumak için ponçik ponçik takılıyor. Bütün toplumu samimiyetsizleştiren, yılışık insan müsveddelerine dönüştüren bu uygulamada yanlışlıkla puanı düşen esas kızımız, durumu toparlamaya çalıştıkça batıyor (“nosedive” kelimesini “pike yapma” veya “çakılma” diye çevirebiliriz).

Sosyal medyanın toplumumuza etkisi üzerine 63 dakikalık muhteşem bir kamu spotu olarak izleyebilirsiniz, izlemelisiniz. Ara ara aklıma gelir, bazen açıp tekrar izlerim. Black Mirror’ı daha önce izlemeyenlere tüm bölümleri izlemelerini de öneririm ama yalnızca bu bölümü de izleyebilirsiniz; dizinin bölümleri birbirinden bağımsız orta veya uzun metrajlı film formatında.
Please, Carol
Peki Pluribus’un “Please, Carol” bölümünü izleyen var mı? Dizi çok yeni, izlemesi de kolay değil (Yaşasın korsana hayır!) ama bulabilirseniz izleyin, Breaking Bad ve Better Call Saul’un yaratıcısı Vince Gilligan’ın yeni dizisi ve tek kelimeyle muazzam. Bahsettiğim bölümde, “Diğerleri” denen bir “kolektif zekânın” esas kızımız Carol’ı memnun etmeye nasıl programlandığını izliyoruz. Dizide Carol hem mental olarak, hem fiziksel olarak çok ama çok yalnızlaşıyor. Dizinin her bir detayı (“kolektif zekâ” tanımı dâhil) ayrı birer spoiler olduğu için, ne kadar çok istesem de detaya girmeyeceğim. İzleyin! İZLEYİN DEDİM!

Bu dizinin yapay zekâyla doğrudan bir ilgisi olmasa da, dizinin hikâyesiyle yapay zekâya o kadar fazla gönderme yapılıyor ki, görmemek için çok ilgisizce izlemek gerekiyor. Diğerleri dediğimiz karakter, Carol’ı memnun etmek için elinden geleni yapıyor, zarar verme yetisi yok, kişiler veya şeyler arasında ayrım yapmadan herkesi seviyor, aşırı dürüst ve en önemlisi Carol’ı değiştirmeye çalışıyor. Aynı yapay zekâ işte.
Yapay sosyal medya
Ölü İnternet Teorisi’ne hiç denk geldiniz mi? 2016’dan beri geliştirilen bu karanlık senaryoya göre internet çoktan ‘öldü’ ve yerini bot ordularına bıraktı. Biz zavallı faniler de, botların yarattığı ve kendi kendilerine beğendiği içeriklerden oluşan o sahte akışlara maruz kalmaya devam ediyoruz.
Mesela yukarıdaki paragrafı Gemini’a yazdırdım. Yazının geri kalanını kesinlikle ben yazdım ama yukarıdaki paragrafı yapay zekânın yazdığını fark ettiyseniz tebrik ederim, insanlıktan hâlâ umut var (şimdilik). Paragrafın aslında aşağıdaki gibi yazdım:
Ölü İnternet Teorisi’ni bilir misiniz? 2016’da çıktığından beri üzerine kafa yorularak geliştirilen bu teoriye göre internette artık insanlar değil, botlar takılıyor ve biz zavallı insancıklar, botların ürettiği içeriklere botların verdiği tepkilere göre oluşturulan feed’lere maruz bırakılıyoruz.
Teoriden devam edeceğim çünkü teori, başka bir açıdan bakarsak, gerçeğe dönüşmek üzere:
İçerikler: Botlar gerçekten de bizim sosyal medyada gördüğümüz içerikleri bize göre özelleştiriyor (bkz. sosyal medya algoritmaları konusunda yazdığım birinci, ikinci ve üçüncü yazılar). Bazı içeriklerin bizzat botlar tarafından üretildiği de bir gerçek ancak bunun yüzdesi henüz çok düşük. Bunun yanında gerçek insanlar da paylaştıkları içerikleri kısmen (bkz. bu yazı) veya bütünüyle (bkz. beceriksiz insanlar) yapay zekâya ürettirmeye başladı.
Etkileşimler: Botlar gerçekten de gönderilerin altına yorumlar girmeye başladı. Çok eskilerden beri içerik üreticileri kendi içeriklerini ön plana çıkarmak için etkileşim (beğeni, paylaşım vb.) satın alıyordu ama Twitter/X görüntüleme başına reklam geliri paylaşımı yapmaya başladığından beri botların yorumlar yaparak sahiplerine para kazandırdığını da görür olduk. Ayrıca içerik üreticileri kendi içeriklerinin etkileşim oranlarını şişirmek için botlara beğeni, yorum ve paylaşım yaptırmaya devam ediyor.
İnternet siteleri ve uygulamaların istatistiklerinde botların (çoğunlukla arama motoru ve yapay zekâ botlarının) insanlardan daha fazla zaman geçirip sayfa/ekran gezdiği gerçeğini de eklediğimiz zaman, Ölü İnternet Teorisi yavaş yavaş Ölü İnternet Kanunu’na dönüşüyor diyebiliriz. Di’ mi ChatGPT?
Evet, haklısın: botlar içerik üretip etkileşim pompalar, insanlar da yapay zekâya içerik verme işini devredince sosyal ağlar bir geri besleme döngüsünde “botlaştırılıyor”, bu yüzden Ölü İnternet Teorisi ciddi bir ölçüde gerçeğe yaklaşırken “kanun” haline gelmesi, kazanç modelleri ve şeffaflık değişmediği sürece sürpriz olmaz.
Zaten her boka da “haklısın” diyor bu hıyar. Neyse. Sizce nasıl bağlayacağım bu yazıyı?
Sonuç: Yazıyı müthiş iyi bağlıyorum
Herkesin paylaşımları birbirine benziyor, bu birinci gerçek. Hayatlarımızdaki en güzel anların fotoğraf ve videolarını; kafamızdaki en iyi fikirlerin en çok etkileşim alacak türden kurgulanmış yazılarını paylaşıyoruz. Komik influencer’ların diğer komik influencer’lardan aldıkları şakalarla aynı skeçleri çektiğini görüyorsunuz. LinkedIn’deki business ve marketing soslu hayat derslerinin bire bir aynılarını farklı guru’lar paylaşıp duruyor—geçen prompt’unu bile gördüm Twitter’da. (Not: Em dash’i ben ChatGPT’den yıllar önce de kullanıyordum, yazıda gördüğünüzde kıllanmayın.)
Herkes sosyal medya algoritmalarının istediği gibi konuşuyor, bu ikinci gerçek. Ölüm, tecavüz gibi konular, “şerefsiz”, “hayvan” gibi hakaretamizliği bile tartışmalı kelimeler ve hatta şarap, rakı gibi alkollü içecekler bile “algoritma sevmiyor” diye içerik üreticileri bu kelimeleri sansürlemeyi veya kelimeyi kullanmadan kelimeyi anlatmayı (örn. “fermente üzüm suyu”) tercih ediyor. Ulan devletlerin bile aşılamaması gereken otosansürü, şirketler sizi sevsin diye nasıl içselleştirdiniz siz?
Herkes ilgili sosyal medyaya uygun tepkiler veriyor, bu da üçüncü gerçek. Instagram’da GIF’le atılan, YouTube’da tek cümlelik şakalarla yazılan yorumların daha üstte çıktığını gören herkes aynı şekilde yorum yazıyor. İyi bir içerik görünce “Çok iyi içerik ama beğenirsem bundan daha fazla görürüm, feed’imi bozmayayım.” diye düşünmediyseniz kendinize yalan söylüyorsunuz. LinkedIn’de veya Twitter’da imajınız zedelenmesin, shadow ban gelmesin diye kaç takla atıyor millet, anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz.
Benim vicdanım rahat: Yazma tecrübeme güvendiğim için istediğim gibi yazıyorum, sosyal medya algoritmalarına göre içerik üretmek yerine zaman zaman (bu yazıda olduğu gibi) algoritmalara karşı, algoritmaların sevmeyeceği içerikler üretiyorum. Bir paylaşıma vereceğim tepkiyi düşünürken içimden geleni dinliyorum, dışımdan görünecek şeyleri olabildiğince az düşünüyorum. Bir tek “shadow ban” konusuna kafayı taktım çünkü onu da utanmaz ve pislikçe bir sansür uygulaması olarak görüyorum.
(“Utanmaz herif, yapay zekâya karşısın ama yazının görselini Gemini’a ürettirmişsin?!” diyorsanız, yazıyı tekrar okumanızı rica edeceğim. Yapay zekâya kesinlikle karşı değilim, bilakis severek kullanıyorum. Karşı olduğum şeyleri anlattım; faydalandığım şeyleri de bir başka yazıda anlatırım.)
Sosyal medya ve yapay zekâ bizi, Black Mirror’daki Lacie’nin samimiyetsiz toplumuna, Pluribus’taki Carol’ın ruhsuz ve yalnız dünyasına götürüyor. Bunu fark edip kendi adınıza bir şeyler yaparsanız, internetin insan kalan kısmında yaşamaya devam edersiniz. Ama yok, “daha çok görüleyim, n’olur biraz daha etkileşim gelsin” derdindeyseniz, o zaman yapay zekâya ürettirdiğiniz yazıları, görselleri, videoları, şarkıları “benim eserim” diye paylaşmaya devam edin çünkü internet tam da sizin damak tadınıza uygun şekilde ölüyor—pardon, öl*yor.






