Eskiden çok takıldığım, artık yandaş medyaya dönmesine üzüldüğüm bir site var: Ekşi Sözlük. 2000’li yılların başından beri takip ettiğim bu yandaş sosyal ağda çok eğlenceli bir başlık var, “diktatör olunca yapılacak ufak şımarıklıklar” diye. Zaman zaman (özellikle en negatif zamanlarımda) sokakta, internette, AVM’de, orada, burada gördüğüm saçmalıkları yok edecek güce sahip olmayı çok istediğim için, kendimce bir liste yaptım.
Kaldırıma park edenlere ceza
Gün boyu yürüyüş yapmayı çok seven biri olarak, Ankara’da kaldırımların bu kadar dolu oluşu beni deli ediyor. Scooter’lar, devam eden inşaatlarda kullanılan malzemeler ve tabii ki arabasını rastgele park eden öküzler yüzünden mecburen yola çıkıp ezilme tehlikesi bile geçirdim.
Diktatör olsam, ilk yapacağım şey herhalde kaldırıma park edilen her şeyi kamu malı saydırmak olurdu. İsteyen hasar versin, isteyen alıp götürsün… umurumda değil. Bir şeyi kaldırıma bırakıyorsan o halkın malıdır. Kaldırıma aracını bıraktıysan ve biri onu ateşe verdiyse tazminat talep edemezsin; scooter’ını veya inşaatta kullandığın keresteleri alıp götüren olursa hak iddia edemezsin. Beyn diktatörlüğünde böyle.
Gerçi buna gerek yok: Demokratik ve liyakatlı bir yönetim altında, kaldırım zaten kamu alanı olduğu için orayı işgal edenlere yaptırım uygulanıyor. Scooter’lar için park yerleri tahsis edilebilir (ve scooter uygulamalarında o park yerleri dışında bir yere park etmek engellenebilir), trafik polisleri de devriye gezdikleri cadde ve sokaklardaki kaldırımları işgal eden araç ve inşaatların fotoğraflarını çekerek kendi ceza sistemlerine girebilirler.
Yemek kuryelerine kırbaç, şirketlere ölüm
“Terörist” kelimesinin içi boşaltılalı çok oldu, sevmediğimiz her şeye ve herkese “terörist” yakıştırması yapabiliyoruz. Yemek kuryelerine de defalarca “terörist” dendiğini gördüm, duydum. Elbette bu yakıştırmaya hak vermemekle birlikte, canımıza kast edecek kadar hızlı ve kuralsız motor süren dengesizlere de ağzıma geleni söylemişliğim var.
Diktatör olsam, trafik kurallarını ve insan hayatını hiçe sayan yemek kuryelerine kademeli bir ceza sistemi getirirdim: Birinci ihlalde motora bir yıllığına el koyma cezası, ikinci ihlalde o güne kadar yaptığı teslimat sayısı kadar kırbaç, üçüncü ihlalde şehir merkezindeki heykellerimin önünde asılarak idam gibi bir düşüncem var.
Teslimat şirketleri için planlarım daha büyük: Çalıştırdığı kuryelerin yapacağı ilk ihlalde %100 vergi artışı ve şirket üst yönetimindeki herkesin hadım edilmesi gündemimde. İkinci ihlalde şirketin 1 yıllığına kayyıma devredilmesi ve üst ile orta yönetimlerin kurşuna dizilmesi gerekiyor. Üçüncü ihlalde ise teslimat şirketinin tamamen kapatılması ve (şirkette kalan) tüm çalışanlara, o güne kadar yapılan teslimat sayısı kadar kırbaç atılması şart.
Gerçi buna gerek yok: Demokratik ve liyakatlı bir yönetim altında, teslimat şirketlerine iki uyarı yeter: Birincisi; kuryelerin trafik ahlâkı ve eğitimlerinden bütünüyle şirket sorumlu olacak ve kuryelerin yaptığı trafik ihlallerin cezalarını şirket ödeyecek. İkincisi; her gün belli bir teslimat sayısına ulaşan kuryelere bonus uygulaması yapılmayacak çünkü kuryelerin bugünkü dengesizliğinin bütün sebebi aslında bu bonuslara ulaşma hevesi.
“X’e varan indirimler”e asit
Bu biraz daha hafif bir gıcıklık: “%80’e varan indirimler” diye kampanya yapıp, en az satılan üç ürününe %80 indirim yazıp kalan ürünlerini %5-10 civarı indiren şirketlere sinir oluyorum. Benzer şekilde “%50 indirim” deyip altına “seçili ürünlerde, üç veya daha fazla alımda” gibi harcamayı zorla arttıran şartlar koyanlara da.
Diktatör olsam, hafif bir gıcıklık olduğu için hafif bir ceza düşünürdüm: İndirim oranıyla eşit oranda asit konsantrasyonlu bir damla, şirket üst yönetiminden her birinin kendi vücudunda tercih edeceği deliklerden birine enjekte edilecek. Göbek deliğini seçenlerin, göbek deliği dışındaki tüm deliklerine sıkılacak.
Gerçi buna gerek yok: Demokratik ve liyakatlı bir yönetim altında, müşteriyi yanlış yönlendiren bu tarz sözde “kampanyalar” Rekabet Kurulu tarafından denetlenir ve cezalandırılır.
Açık alanda sigara içenlere alev
Bu da, diktatörlüğümü devirecek en tehlikeli icraatım olabilir. Temiz havayı hak eden insanlara “sigara içme özgürlüğüm var” diye cevap verenlerle bugün bile münakaşaya giriyorum; düşünün Beyn diktatörlüğünde neler yaparım. Veya siz düşünmeyin, ben yazayım.
Diktatör olsam, kendisine zarar verirken başkalarına da zarar veren bu zararlı insanlara iki seçenek sunardım: “Ya sigara gibi seni de ateşe vereceğim, ya da içtiğin sigaradan iki kartonu tek seferde zorla içireceğim.” İlk seçenekte zaten zararlıdan kurtulmak daha kolay ama ikinci seçenekte bir müddet zehirlenen, belki komaya girip çıkan birey en azından tekrardan topluma kazandırılabilir. İki karton sigara içen birinin tekrar sigara içeceğini sanmıyorum. İçerse, aynı iki seçeneği sunarım.
Gerçi buna gerek yok: Demokratik ve liyakatlı bir yönetim altında, kamusal alanların tamamında katı bir sigara yasağı uygulanarak sigara içmeyen çoğunluğun nefes alma hakkı korunabilir. Açık veya kapalı alanlarda belli “zıkkımlanma bölgeleri”nde sigara içilmesine karşı değilim ancak orada da düzenli denetlenen hava temizleme cihazları çalıştırılmalı.
Işık kirliliğine elektrik
Bende astigmat var. Akşamları trafik ışıkları, sokak lambaları bile gözümü alabiliyor. Toplumun da en az %30’unda astigmat olduğunu söylüyor Grok. %30 olmasın, %25 olsun, hadi sizi kırmayayım %20 olsun; bunca insanın o ışıklı tabelalarla nasıl mücadele ettiğinin farkında mısınız?
Diktatör olsam, çok basit bir cezai müeyyide fikrim var: Toplam ışık şiddetinin değerini volt olarak, ışığın toplam alanının metrekare değerini dakika olarak değerlendirip tabela sahibi kişiye veya kurum yetkilisine elektrik vereceğiz. Örneğin 1000 lümen şiddetinde ışık veren 5 metrekarelik bir tabelanın sahibine, 1000 volt elektriği 5 dakika boyunca vereceğiz. 2 metrekarelik cama 400 lümenlik LED şerit asan restoran sahibi, 2 dakika boyunca 400 volt elektriğin tadına varacak. Bir sonraki denetimde ışık kaynağı yerinde duruyorsa, aynı süreç tekrarlanacak.
Gerçi buna gerek yok: Demokratik ve liyakatlı bir yönetim altında, hava ve gürültü kirliliği gibi ışık kirliliği de yaptırıma tabi tutulabilir. Hatta (yine Grok sayesinde) keşfettiğim DarkSky isimli internet sitesinin “Kamu Politikaları” sayfasında, dünya çapında devletlerin ışık kirliliğine karşı attığı adımlar mevcut.
Zararlı gıda üreticilerine işkence
Bakın bu ciddi bir mesele mesela. Gıda terörü (evet “terörü”), dünya çapında her yıl yüz milyonlarca insanı hasta ediyor, milyonlarca insanı öldürüyor. Gıda şirketleri her türlü yasanın etrafından bir şekilde dolanarak, denetçilere rüşvetler vererek, “elin uzaylısı görse bizim adımıza utanır” diyeceğimiz iğrenç kimyasallar kullanarak insanlığı bir bütün olarak mahvediyor. Ucuz ve besleyici gıda elbette en büyük ihtiyaçlarımızdan biri ama bunun bedeli kontrolsüz şekilde şişmanlamak, farkında olmadan zehirlenmek ve hayat boyu kullanılacak ilaçlara mahkûm bırakılmak olmamalı.
Diktatör olsam, Tarım ve Gıda Bakanlığı’nda, bakanlık bütçesinden en büyük payı alacak bir Gıda Güvenliği Denetimi Başkanlığı; hem üretici, hem aracı, hem satıcı bütün şirketlerin üzerine kâbus gibi çöküp, halka en sağlıklı gıdayı en düşük maliyetlerle yedirmek için gece gündüz çalışıp gıda terörünü bitirecek. Denetimlerde ihlalleri saptanan her şirket ceza ödeyecek ve üst yönetimlerindeki herkes en acı işkencelere maruz bırakılacak.
Gerçi buna gerek yok: Demokratik ve liyakatlı bir yönetim altında, Tarım ve Gıda Bakanlığı’nda, bakanlık bütçesinden en büyük payı alacak bir Gıda Güvenliği Denetimi Başkanlığı; hem üretici, hem aracı, hem satıcı bütün şirketlerin üzerine kâbus gibi çöküp, halka en sağlıklı gıdayı en düşük maliyetlerle yedirmek için gece gündüz çalışıp gıda terörünü bitirecek. Denetimlerde ihlalleri saptanan her şirket ceza ödeyecek ve üst yönetimlerindeki herkes ifşa edilecek.
Sonuç
Yaza yaza sonuç kısmına geldim, sonuç cümlelerini yazmak için biraz sakinleşmem gerekti. Elbette diktatörlük hevesinde değilim, yazdığım cezalar da yalnızca sizi eğlendirmek (ve kendi içimi soğutmak) amacıyla hayal ettiğim şeyler. Okuduğunuz için teşekkür ederim.