Bu film hakkında çok karmaşık hisler besliyorum. Bu yazımda da bu hislerimi yazacağım. Eğer filmi izlemediyseniz yazıyı okumayın.
En başta hiçbir şey anlamamıştım. Film hakkında fikir sahibi olmaya çalışıyordum. Israrla filmin ne konusunu okudum, ne fragmanını gördüm, ne de başka bir bilgi aldım. Hatta filmin, bir roman uyarlaması olduğunu bile bilmiyordum. Neyse, filmi ilk birkaç dakika boyunca anlayamadım. Daha sonradan geyikler falan çıkmaya başlayınca, adamın rüya veya halisünasyon gördüğünü, sahnenin bir hayal dünyasında geçtiğini falan sandım. Zaten şehir de bomboştu (Sonradan bu şehrin New York olduğunu anladım. Şehrin New York olduğunu şıp diye anlayanlar dans ederek benimle dalga geçebilirler.) ve giderek otlarla falan kaplanıyordu, bu yüzden bu düşüncemi bir süre aklımda tuttum. Sonra olayı kavrayınca çok güldüm kendime.
Bu filmde dikkat edilesi üç muhteşem olay var:
- Will Smith‘in harika oyunculuğu, yalnızlık hissini ne kadar iyi verdiği,
- Hikayenin tutarlılık açısından ne kadar başarılı ve karmaşıklık açısından ne kadar şaşırtıcı olduğu,
- Yönetmenin “Oha!” dedirtecek zekası.
Her şeyi bilen ve klişe laflar kullanmayı çok seven bir sinema eleştirmeni gibi konuştuğumun farkındayım, ama özellikle son maddede o yönetmenin zekası klişesini kullanmadan düşüncelerimi anlatamayacaktım. Hayatımda ilk kez ışığın, kamera açılarının filmi ne kadar güzelleştirdiğinin tam anlamıyla farkına vardım. Daha önceki film tanıtımlarımda “Işık süper kullanılmış.” veya “Çekimler adeta büyüleyici açılarla yapılmış.” gibi salak cümleler kurmuşumdur kesin, ama bu sefer ciddiyim arkadaş.
Will Smith‘in oyunculuğunu zaten çok uzun zamandan beri dünya alem beğeniyor, ben de -çok affedersiniz- hastayım adamın oyunculuğuna (Biraz eşcinsel bir cümle oldu bu sanırım.). Bu filmde Will Smith, izlediğim diğer filmlerindekinden (Wild Wild West, MIB, efendime söyleyeyim I, Robot falan) farklı olarak maceracı ve komik bir adam rolüne bürünmemiş. Üç yıldır yalnız yaşayan, hafiften kafayı sıyırmaya başlamış bir askeri canlandırmış; o kadar iyi canlandırmış ki yüzünün her noktasında rolünün gerektirdiği duyguları yansıtmayı başarmış. Allah’ım gene klişe kullandım!
Yalnız filmin üç de boktan olayı var:
- Şu rüyada geçmişi anlatma olayı çok gıcık ediyor beni. Kitapta yer alıp almadığını bilmiyorum ama artık Hollywood filmlerinde adam gibi düşüncelerini bize anlatan, karakterin dış sesini istiyorum. Geçmişte yaşadıklarını günlük yazarak veya rüya görerek değil de, “Üç yıl önce böyle böyle oldu, çok fenaydı lan o günler.” diye anlatan karakterler istiyorum.
- Film zart diye bitiyor. Sanırım filmi izleyen herkes bu konuda hemfikir. Yani adam ölmeye yakınken filmin sonlara doğru yaklaşıp yaklaşmadığına baktım, “Lan böyle mi bitecek?” dedim. Dışımdan dedim. Valla.
- Filmde (ve kitapta) bir Hollywood klasiği olan “Bütün olaylar ABD‘de geçer ve Amerikan kahraman bütün dünyayı kurtarır.” konusu işlenmiş. Gerçi Dünyayı Kurtaran Adam » kahraman bir Türk » Yeşilçam filmi gibi I Am Legend » Amerikan » Hollywood filmi mantığı da yadırganmaması gereken bir olay ama aynı konuda otuz sekiz trilyon film yapılması, insanı ister istemez rahatsız ediyor biraz.
Her şeye rağmen film şahane. Sırf Will Smith‘in oyunculuğu için gidilesi bir film olmuş. İzleyin. İzleyin dedim.