Bugün bunalımdaydım. Gündüz, hayatımda şu an için yaşamak için hiçbir amaç olmadığını, şu an için hiçbir işe yaramadığımı düşündüm (ki bu düşüncelerde hala ısrarlıyım) ama şimdi biraz daha iyiyim. Her ne kadar yalan mı, gerçek mi olduğunu bilmesem de “Çin bambusu hikayesi“ni düşünüp, ileride bir halta yarayacağım günü beklemeye karar verdim.
Duygu değişimi güzel bir şey. İnsana, kötü hissettiği andan önce iyi hissettiği zamanları ve iyi hissetmenin ne kadar değişik bir şey olduğunu hatırlatıyor. Zaten sürekli mutlu hissediyor olsaydık, mutlu hissettiğimizi nereden bilecektik, mutsuzluğu bilmeden?
İnsan, kötü hissettiğinde kendine geliyor, daha radikal (hatta belki daha sağlıklı) düşünebiliyor. Tatlı bir uykunun ardından yüzüme çarptığım soğuk suyla kendime geldiğim gibi, şimdilik iyi ve huzurlu gittiğini düşündüğüm hayatımda huzurumu bozan bir-iki olay yaşadıktan sonra kendime geldim. Hissettiklerim kötü olsa da, yaşadıklarımın bana iyi geleceğinin bilincindeyim.
Yaşadığım birçok saçma (ufak) olayın ardından fark ettim ki, bunalımdan kolayca çıkabiliyorum ben. (Şu anda bunalımdan çıktım diyemem, o ayrı mesele.) Hayır, duygularımı bastırmıyorum. Tam tersine, aşırı tepkilerle kurtuluyorum, girmek üzere olduğum bunalımdan.
Her bunalıma girişimde, üç kısma indirgediğim bir sürecin ardından rahatlayarak çıkıyorum. Sıkılmazsanız anlatayım:
Mesela bugün burnum tıkanana, başım çatlayana kadar, zırıl zırıl ağladım. İlk kısım bu. Duygularımı serbest bırakıyorum. Kendi kendime, “Ağla, açılırsın.” lafının örneklerini gururla sergiliyorum. Gereğinden fazla ağlayıp kendimi olduğumdan daha kötü bir durumda görmeye çalışıyorum. (Bunu neden yaptığımı birazdan anlayacaksınız.)
Ardından düşünme faslı başlıyor: “Neden üzülüyorum?” sorusuyla başlayarak kendimi sorguya çekiyor, bir süre içimden veya dışımdan kendi kendime konuşarak sürecin “muhakeme” kısmını hallediyorum. Bu kısım hem (öncesinde) gösterdiğim aşırı tepkinin ardından yatışmamı sağlıyor, hem de aşırı yüklemeye meyilli duygularımı biraz olsun geri plana atıp kafamı çalıştırmama yarıyor.
Üçüncü kısımda kendimle dalga geçiyorum. İlk kısmın sonunda bilerek düşündüğüm abartılı derecede dramatik yorumlamalarımı aklıma getirip ne kadar saçma bir durumla ilgilendiğimi kabullendikten sonra, bunalıma girmeme sebep olan durumu veya olayı daha sorgulayıcı bir tavırla değerlendirme fırsatı buluyorum. İlk kısımda abartıya kaçmasam, ikinci kısımda kendimi sorguladığım gibi üçüncü kısımda olayı veya durumu sorgulama fırsatı bulamayabilirim. Dalga geçecek bir şeylerimin olması, yapay da olsa, birazcık utanç verici bir duruma düşmemi sağlıyor. Sonra bu utançtan, abartılı tavırlarımı reddederek kurtuluyorum ve halen içinde bulunduğum acayip ruh hali, bunalıma girmeme sebep olan şeyleri de sorgulamamı sağlıyor.
(Üçüncü kısmı biraz anlaşılmaz bir biçimde yazmış olsam da, ne demek istediğimi aşağı yukarı anladığınızı umuyorum.)
Başlıktaki konudan saptığım için, konuya geri dönmek adına şunu diyeyim: Hayatınızdaki her değişiklik ve her tecrübe, iyi veya kötü olsun, sizin faydanızadır. Bunalıma girmeniz, o bunalımdan çıkmanız şartıyla, mutlu olduğunuz zamanlara daha fazla değer vermenizi sağlayacaktır. Bir de tersinden düşünürsek; ne kadar uzun süre mutlu yaşarsanız, mutluluğa o kadar az değer verirsiniz. Üstelik o kadar uzun süre mutlu yaşadıktan sonra olur da bir bunalıma girerseniz, yaşayacağınız yıkım çok daha büyük olur. Yanlış anlamayın, mutsuzluğu teşvik etmiyorum. Yalnızca dengeli yaşamayı öneriyorum.
Sadece yazmış olmak için yazdığım bu yazıyı okuduğunuz için de ayrıca teşekkür ederim. Çok iyisiniz.
(Not: Bu yazıyı aslında, kız arkadaşımdan ayrıldığım 23 Ekim 2010 akşamı yazdım.)
Yorumlar kapalı.