İkinci yılın yarısının sonrası ise en üst dönemler ÖSS uğruna beyinlerini dış dünyaya kapattıkları için, ikinci yılımın sonları inanamayacağım kadar rahat geçmişti. Aslında kimse benimle ilgilenmiyordu ama ben buna bile şükrediyordum. Üçüncü senenin ise yarısına kadar durabildim. Bir problem olduğundan değil, yalnızca artık daha fazla düşeceğimi veya herhangi bir normale dönme olasılığım olmadığı için dönmeye karar verdim. 2 buçuk yıl kaybettiğim özgüvenimi ve itibarımı geri kazanmaya çalışmış, başarısız olmuştum ve bir açıdan bakarsak “kaçmaktan” başka çarem kalmamıştı. Yine de, hayatımdaki son “kaçışım” bu tecrübe sonucunda gerçekleşmiş oldu ve bu 2 buçuk yıllık tecrüberden aldığım dersler sayesinde şu anda -çok şükür- iyi bir konumdayım.
Yeni okuluma geçmemi ve lisemin kalan 1 buçuk yılını kısaca geçeceğim: Zaten devam ettiğim dershanedeki arkadaşlarım bu lisedendi ve okula ilk geldiğimde benim yanımda bulunarak ilk arkadaşlarımı edinmem konusunda sıkıntı çekmememi sağladılar. Daha sonraları -aşağı yukarı- tüm dönemle arkadaş olmam, bu ilk arkadaşlarımın bana verdiği özgüven (ve tabii önceki lisemde edindiğim tecrübeler) sayesindedir. Lise 2’nin ikinci döneminde başladığım yeni lisemde çektiğim iki sıkıntı vardı sadece: Eski lisemden edindiğim (depresyonla alakalı) derslerde uyuma sorunu ve yine eski lisemden edindiğim (ve bu sefer depresyonun sebep olduğu) kötü notlarımı düzeltememiş olmam. Yine de ortalamanın üstünde notlarla lisemi bitirdim ve uyku sorunumu da bir nebze hallettim.
Şu yazıyı yazana kadar, geçirdiğim o korkunç 2 buçuk yılı hayatımın “hatırlanmaması gerekenler” bölümüne koymuştum (17 Ağustos gibi). Ama anlatım olarak, yüzleşme bazında hatırlamayı hiç seçmemiş olsam da edindiğim tecrübeler benim lise hayatımı, özgüvenim geri gelmiş bir şekilde tamamlamamı sağladı. Ve yine edindiğim tecrübeler sayesinde üniversiteyi kazanıp Ankara’ya yerleştiğim zaman “yeni bir şehirde hayata başlama korkusu”nu bu sefer ilk haftadan atlattım. Şu anda tam istediğim üniversite bölümünde 3,76 ortalamayla öğrenimime devam ederken Ankara’da blog yazarları buluşmaları organize ediyorum ve Türkiye’nin blog’larla ilgili ilk (ve şimdilik tek) derneği olan İnternet ve Blog Yazarları Derneği’nin kurucu genel sekreteriyim. Ayrıca 3 buçuk yıldır devam ettirdiğim Beyn’e yazdığım her yazı her gün 2 bine yakın kişiye ulaşıyor.
Yine de hayatımın bu dönemini aklıma gömüp yoluma devam etmem olanaksızdı; bir şekilde orada yaşadıklarımı hatırlayıp, toparlayıp kendimi rahatlatmaya mecbur hissediyordum. Bu okuduğunuz uzun yazı da bu mecburiyetin getirdiği rahatlatıcı bir sonuçtur.
Hayatın kocaman bir sınav olduğunu tüm kalbinizle fark ettiğinizde ve hayatta yaşadığınız her tecrübeyi iyi veya kötü olarak sıfatlandırmadan, sadece ve sadece “tecrübe” olarak kabul ettiğinizde, yaşadıklarınızdan ders çıkarmak çok daha kolay oluyor. Elbette ki yaşadıklarımız bizi olumlu veya olumsuz yönde etkiliyor, bundan kaçmamız mümkün değil fakat etki olumsuz bile olsa o yaşadığımızı enine boyuna tarttığımızda bu sınavda ilerlemek inanılmaz derecede kolaylaşıyor. Ben de bu yaşadıklarımı kötü bir anı olarak tanımlasaydım ve hiç ders almamayı seçseydim, hayat boyu ezilmeye devam edecektim. En azından yukarıda bahsettiklerimden birini bile yapamayacaktım. Her şeyi öncesinde, sırasında veya sonrasında irdelemenin faydasını görüyorum, bu kadar basit.
Bu yazıyı ciddiye almayabilirsiniz; saygı duyarım. Yaşadıklarımı anlatmamı yüzeysel bir bakış açısıyla ele alıp yazıyla ve/veya benimle dalga geçmeniz beni rahatsız etmeyecek. Tüm hayatımı gün gün anlattığım bu site içerisinde bir de geçmişimin en acı çektiğim dönemini anlatma kararını yine ben verdim. Yaşadığım utanç verici olaylar dolayısıyla beni tanıyan veya tanımayan kimselerin beni alaya almalarını göze almış olmasam yazmaya ihtiyaç da duymazdım, değil mi?
Hangi bakış açısıyla okumuş olursanız olun, yazının tamamını okuduğunuz için teşekkür ederim.