Mutluluğu hak ettiğinizi düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorsanız, kafanıza sıçayım. Düşünüyorsanız, gözünüze tüküreyim.
(“Gözünüze tüküreyim” nedir yahu? Lisede bir hocam söylerdi bunu. Göze nasıl tükürülür, neden tükürülür?)
Mutluluğun hak edilmesi tartışması, gerçek hayatta yapılası bir tartışma değildir. Aklı başında bir insan, mutluluğu hak edip etmediğini tartışmaz. Aklı başında bir insan, mutlu olmak isteyip istemediğini de tartışmaz. Tartışıyorsa romantiktir. İyi anlamda değil, “aklı beş karış havada” anlamında.
“Mutlu olmak istemiyorum.” veya “Mutlu olmayı hak etmiyorum.” laflarını, bir kurgu eser dışında kullanmanız mümkün müdür? Tiyatroda bir karaktere bunları söyletebilirsiniz, ama gerçek hayatta birine bunu söylerseniz, size güler.
Mutsuz olmayı sevenler de vardır. Yoktur demiyorum. Mutsuzluğundan yakınmak bir insana iyi geldiği için, sırf o yakınma işini yapabilmek için mutsuz olmaya çabalayan insanlar tanıyorum. (Ailemde bile var.) Ecnebiler “self-destructive” diyor bu kişilere. O kadar iyi bir tanım ki, Türkçeye çeviremedim. (“Kendine zarar veren”, “kendini yok eden” veya “özyıkımsal” gibi çeviriler, ne bileyim, garip geliyor.)
Bu hayatta amacımız mutlu olmaktır. Amacımız huzurlu olmaktır. Amacımız bu dünyaya bir eser bırakmaktır. Amacımız bu dünyada hatırlanmayı sağlamak bile olabilir. Ama bir insanın amacı mutsuz olmaksa, siz iyisi mi o insandan uzak durun. Çünkü ya kurguyla gerçeği ayırt edemeyecek kadar aklı havadadır, ya da kendini yok etmeye programlamıştır ve size de zarar verir.
Not: Bu yazıyı taa geçen yıl yazmıştım. Bugün biraz gözden geçirip yayınlamaya karar verdim.