Ülkemizde, birbirine açıkça “gıcık olan” güç odakları var. Dışarıdan müdahale eden yabancı güç odaklarının da pek sevdiği bu çekişme yüzünden hangi “güç odağı” iktidara gelirse gelsin, bu çekişme devam ettiği müddetçe ülke tökezleyerek ilerlemeye mahkûm. Ve çekişme bu şekilde sürerken, ülkemize hangi gücün hakim olduğu mühim değil. Mühim ve vahim olan, bu “rövanş zihniyeti” sona ermediği sürece ülkenin hiçbir şekilde kalkınamayacağı gerçeği.
(“Güç odağı” diye adlandırdığım şeyin gizli olduğunu zannederek okumayın bu yazıyı. Bu yazıda bahsettiğim güç odakları, herkesin yakından tanıdığı ve toplumda söz ve etki sahibi olan kişi ve kurumlardır. Karanlık olduklarını göstermek için değil, yalnızca tanımlayabilmek için “güç odağı” sözcüklerini seçtim.)
En yakın tarihimize ve en yakınımızdaki iktidara baktığımızda, bu çekişmenin yarattığı kaosu net bir şekilde görebiliriz: 28 Şubat döneminde ciddi şekilde hırpalanan güç odakları, 2003’ten beri iktidarda ve görüyoruz ki bu odaklar, adeta intikam almak istercesine sert önlemlerle kendi iktidarlarını pekiştirmenin yollarını arıyor. Bu yolda hukuk da katlediliyor, adalet de. (Halbuki en büyük günahının “kul hakkı yemek” olduğu bir dine mensup olduğunu söyleyen bu odakların kul hakkına riayet etmeleri gerekir. Neyse.) Adı “demokrasi” olan, demokratik olduğu iddia edilen ancak demokrasiyi bırakın, insan haklarından dahi söz edilemeyecek bir dönemde yaşıyoruz. 2001 krizinde başbakanına (haklı bir şekilde) yazarkasa fırlatabilen halk, şimdi 2001 krizinden daha kötü koşullarda yaşıyorken bırakın ülke yöneticilerine bir şey fırlatmayı, basın açıklaması dahi yaptıklarında hayatları kararabiliyor.
Ama bu, bu düzeni getirmeye çalışanların suçu değil; onları bu düzeni getirmeye çalışmaya sevk edecek hırsı, belki de nefreti aşılayan “karşı güç odakları”dır. Ve ilginçtir; o “karşı güç odakları” da iktidara gelince bu iktidarın yaptıklarını önce geri almak adına çalışacak, daha sonra kendi iktidarlarını pekiştirmek için antidemokratik “icraatlara” imza atacaklardır.
Bu kısır döngüyü kırmak için yapılması gereken şey bellidir: BARIŞMAK.
Birbirinden farklı görüşlere sahip gruplardan oluşan tek ülke biz değiliz. Bizim gibi pek çok ülkedeki bazı güç odakları, bazı güç odaklarını alt etmek için uğraşıp duruyor. Ama bizden farklı olarak, onlar kendi görüşlerini zorla kabul ettirmiyorlar veya güçlerini pekiştirmek için ülkenin temellerini yeniden yapmaya uğraşmıyorlar.
Bazı ülkelerin “planları” vardır ve bu “planlar” hiçbir zaman için herhangi bir güç odağının reddedeceği türden şeyler değildir. Ülkesini seven, ülkesinin kalkınmasını isteyen her bireyin ve her grubun ve her kurumun destekleyeceği türden “planlar”dır bunlar. Bu ülkelerde iktidara gelen güç odakları da, kendi güçlerini göstermek ve iktidarlarını sağlamlaştırmak adına ortalığı yakıp yıkmak yerine, bu üstün “planlar” adına çalışmalar yapar ve ülkenin ileri gitmesi için kendilerinin daha çok çalıştığını gösterip iktidarlarını pekiştirme fırsatı yakalarlar. Yani güçlerini göstermek için bir önceki iktidarın yaptıklarını geri alıp kendi kurumlarını, kendi hiyerarşilerini yaratmak yerine ülkeyi kalkındırıp, ülkenin kalkındığını gören halktan oy alırlar ve bu şekilde güçlerini gösterirler. Atatürk’ün deyişlerinden birinden kopya çekecek olursak, “kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak yönetmeyi” tercih ederler.
Yapılması şart olan yeni Anayasa’nın yanında, bu “planlar” da düşünülmelidir. Herkesin paylaşabileceği “vatanseverlik” duygusuyla buluşulan bir ortak paydada, ülkenin kalkınmasını ve güçlenmesini sağlayacak büyük projeler geliştirilmeli; kurumlar her “güç odağı”nın benimseyebileceği yapılara getirilmeli ve yeni Anayasa bu şartlar altında, bu ortak paydada geliştirilmelidir.
Dikkate alma ihtimali olan kimse bunu okur mu bilmiyorum ama, düşüncelerimi paylaşmak istedim.