En azından bir kısmımızın sorgulama yeteneklerinin geliştiği bir döneme daha girdik. Aslında memlekette başka hiçbir sorun (örn. işsizlik, yoksulluk…) yokmuş gibi bu tartışmaya kendimizi kaptırmak da pek iyi değil ama biraz ileri görüşlü düşünüp, bu anayasa değişikliği paketinin ileride kafamızı epey rahatlatacağını veya başımızı çok ağrıtacağını hesaba katarak en doğrusuna ulaşma amacımı kimse yadırgamamalı.
Aklı olan adam, kendine sorular sorar ve verdiği yanıttan tatmin olamadığı takdirde sorgulamasına araştırarak devam eder. Ve tabii araştırma, yalnızca belli kalıplar halinde bilgi veren kaynaklardan veri alarak yapılamaz. Benim ricam da, hangi görüşe sahip olursa olsun hiçbir şekilde “akılsız” diyemeyeceğim okurlarımın soru sorması, sorgulamasıdır.
Sorulması gereken soru şudur: Olur da bu anayasa değişikliği paketi halkoylamasına (referanduma) kalırsa, neden birbiriyle ilgisi olmayan 26 maddeyi bir paket halinde oylamaya zorlanacağız? Neden 26 maddeyi tek tek veya içindekileri birbirleriyle alakalı olmak üzere gruplar halinde oylayamıyoruz da, çocuk haklarından yargı düzenlemelerine kadar çok çeşitliliğe sahip yasa tasarılarının tamamına “evet” veya tamamına “hayır” demek zorunda bırakılıyoruz?
Bu, ciddiye alınması gereken bir sorudur. En başta şunu düşünmek lazım: “Eğer halka sorulacaksa, halkın da fikrinin alınması lazım.” Ve halkın fikri “evet” veya “hayır”dan ibaret olamaz. Örneğin benim kişisel fikrim, bu değişiklik paketinin içerisindeki maddelerin yarısından fazlasının kabul edilebilir, “evet” mührü basılabilir “makul” tasarılar olması. Hatta sırf karşı çıkmış olmak için AKP‘nin her sözüne, her önerisine karşı olan Deniz Baykal bile, 23 Mart 2010 tarihli Teke Tek programında -mealen- şunları dedi: “Eğer bu yasa tasarıları tek tek önümüze gelirse bazıları için halkoylamasına bile gerek olmaz çünkü biz de destek veririz ve o yasalar Meclis’ten geçer.”
Ayrıca Yalçın Bayer‘in bugünkü köşe yazısında (25 Mart 2010) 57. hükümette Devlet Bakanı olarak görev yapmış Tayyibe Gülek‘ten öğreniyorum ki, bundan daha geniş kapsamlı (34 maddelik) bir anayasa değişikliği, Bülent Ecevit‘in kurduğu 57. hükümet döneminde halkoylamasına bile gerek kalmadan, Meclis içinde her maddede en az 400’er vekilin uzlaşısıyla yasalaştırılmış. Bülent Ecevit‘in hükümetinin başarısını tescillemiş bir hareketin benzerini Recep Tayyip Erdoğan da kendi kurduğu hükümetle yapabilir. Ama yapmıyor.
Hazır bir alıntı yapmışken bir tane daha yapayım:
İçerik Birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, aralarında içkin bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Bir metinde yapılacak değişiklik çok sayıda farklı unsuru kapsıyorsa, halka bir dizi soru sorulmalıdır. (Kaynak)
Bu cümleler nereden biliyor musunuz? Parti kapatma konusundaki “kriterleri” ile tanıdığımız Venedik Komisyonu‘nun 21 Aralık 2006’da yayımladığı “Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu“nun 30. maddesinden. Önceki sorunun yanına bir soru daha ekleyeyim: Eğer Venedik Komisyonu‘nun önerileri dikkate alınacaksa, bu öneri neden dikkate alınmıyor veya bu öneri dikkate alınmıyorsa, parti kapatmayla ilgili öneriler niye dikkate alınıyor? AKP hükümeti, yalnızca “işine gelen” VK önerilerini mi uygulamayı seçiyor?
Şimdilik sorularım bu kadar. Bir sonraki yazımda da, kulağa aslında gayet hoş gelen “halkoylaması” kavramını sorgulayacağım.
Yorumlar kapalı.