Çok bağırmalı-çağırmalı bir evde yetiştim ben. Annemle babam bunu dediğimde bana kızarlar ama yalan değil: Büyürken, öfkeyi bir ifade biçimi olarak benimsedim. Her sıkıntı yaşadığımda ister istemez öfkeleniyordum.
Üniversiteye başlayıp İzmit’ten Ankara’ya taşındığımda, bu öfke sorununun sıkıntısını çok çektim ve yine canım sıkıldığı için yine öfkeleniyordum, bu sefer kendime. Çok uzun yıllarımı alsa da, ifade biçimimi seçme konusunda “öfke” seçeneğini birkaç sıra aşağı çekmeye başardım. Artık, bir sıkıntı yaşadığımda veya bir şeyden hoşnutsuzluk duyduğumda öfkelenmek yerine güzelce, efendi efendi ifade edebiliyorum kendimi. Öyle yapmacık bir şekilde de değil, kibar ve doğal bir biçimde belirtiyorum sıkıntımı.
Ama bir laf var ki, o lafı duyunca kan beynime sıçrıyor: “Sakin ol.”
ULAN BEN ZATEN SAKİNİM, “SAKİN OL” NE DEMEK?
Yemin ediyorum o cümleyi yazarken bile tepem attı, Melih Gökçek gibi büyük harflerle yazdım. Melih Gökçek’leştiğim için kendimden utanıyorum.
Kardeşler, arkadaşlar, hanımlar-beyler, Romalılar! Bir kişinin bir şeyden hoşnut olmaması, onun illa öfkelendiği anlamına gelmez. Bir kişi sıkıntısını normal bir ses tonuyla, iğneleyici kelimeler kullanmadan ifade ediyorsa, o kişinin öfkelendiğini düşünmek için hiçbir sebep yoktur.
Sinirlerini aldırmış insanları hariç tutarak söylüyorum: “Sakin ol.” lafı, gerçekten sakin olan bir insanı gerçekten sinirlendirebilir. Gerçekten bak.
Hem şu da var: Öfkeli bir insana “Sakin ol.” demek, o kişinin öfkesini dindirebilir mi? Var mı öyle bir dünya? Yok. O zaman, kişinin gerçekten öfkeli veya aslında sakin olduğunu bakmadan, “Sakin ol.” lafının bir boka yaramadığını kabul etmemiz gerekir.
O yüzden sakin ol ve o kelimeleri yavaşça yere bırak.