“Eğer bir yerde artık tartışılmaz bir usul oluşmuşsa, yeni bir usul yaratın,” dedi, “zira bir şeyi yapmanın şekli yani usulü amacının önüne geçmekte, amaçtan çok usulü kutsanır olmakta sonra. O şeyi sevmek yetmez olmakta, o sevginin herkes gibi gösterilmesi sevmekten daha önemli sayılmakta.” Kardeşlerim! Usul kavga sebebi yaratmakta. Usul gelse gelse yol manasına gelir ve eğer gerçeğe gitmekse maksadınız, herkes kendi yolunu bulmalıdır.
“Siz bir anayol yapar ve gerisini yasak ederseniz eğer…” dedi, “…ya yol yolsuzluk olur ya da yolsuzluk yol olur.” dedi.
Bu sözler bir din bilginine ait değil, bir filozofa da ait değil. Düşünen bir insana ait. Delirdikten sonra Allah’la karşılıklı olarak konuştuğuna inanıp, düşüncelerini paylaştığı insanlar tarafından şeyh addedilen bir kişiliğe ait, “…dedi.” diye bahsettiği de Allah.
Tabii aslen Bana Bir Şeyhler Oluyor adlı oyunun yazarı Yılmaz Erdoğan‘a ait bu sözler. Din hakkında yorum yapan ama din bilgini olmayan bir kişiden okuduğunuz bu sözleri, kişi sırf din hakkında ve dünya üzerinde belli bir otoriteye sahip değil diye küçümseyip küçümsememek size kalmış. Ben doğru buldum bu sözleri.
Dinde, en azından benim dinim olan İslam‘da kural yoktur, yasak olamaz ama yönerge vardır, direktif vardır, uyarı vardır. Öneri, nasihat, tavsiye vardır ki bunların bazıları zaten aynı anlama gelmektedir. Bu yönerge, uyarı veya önerilere uyulmadığı takdirde acımasızca cezalandırılacağımızı söyleyen bir ayet veya hadisin varlığı mümkün değildir; o cümleler olsa olsa yanlış anlaşılmıştır, yanlış yorumlanmıştır veya yanlış çevirilmiştir. Ben ahirette cezamızı çekerken gerçek ve doğruluğu tartışılamaz, mükemmel mantığa ulaştıktan sonra işlediğimiz günahları hatırlayıp vicdan azabı içerisinde kıvranacağımızı düşünüyorum, yanarak veya fani olarak geçirdiğimiz zamanlar boyunca karşılaştığımız zulümlerle bir kez daha yüzleşerek değil. Allah, kendisine acı çektirecek bir güç yaratabilir mi? Ruhlarımız, Allah’ın birer parçası değil mi, kitapta bize kendi ruhundan ruh üflediğinden bahsetmemiş mi Allah?
Yönergelere dönelim: Bir insanın nasıl ibadet edeceğini kendisi kavraması, kendisi anlaması ve ibadeti içinden, vicdanından geldiği gibi yaşaması gerekmez mi? Elbette yönergeler doğrultusunda ibadetlerimiz daha kolay ve daha huzurlu geçebilir ama kulla Allah arasına Peygamber bile giremezken belli tarikatların mensuplarına ibadette belli yolları zorlamasının manası nedir? Onu geçtim, abdest alırken ağza ve burna su çekme sırasını karıştıranın abdestinin sayılmayacağını, anlamını henüz öğrenemediği duaları okumadan cennetteki yerini garantileyemeyeceğini sananlar var. Dualar, Kur’an‘daki cümleler, hadisler… Bunlar ezberlensin diye inmedi/söylenmedi; yorumlamalısın ki verilen mesajı anlayasın. Yorumlarken de belli bir kişinin yorumunu kullanmak yanlış olmasa da en doğrusu olamaz, kişi kendi ibadetini başkalarının yorumlarıyla yaşamamalı ve kendi yorumlamalı bu inenleri/söylenenleri. Allah; kendisine sorgusuz sualsiz tapan pek Müslüman bir kulu mu daha çok takdir eder, yoksa doğru bir biçimde sorgulayıp kendisine ulaşan herhangi bir kulu mu daha çok takdir eder?
Burada yazdığım her şey, soruşturduğum, sorguladığım her olgu benim kendi düşüncelerim sonucu ortaya çıkıyor. Ben Allah’a ulaşma yolunda 4444 kere tespih çekmek yerine her boş vaktimde (ve hatta bazen dolu vakitlerimde) her şeyi düşünüyorum, sorguluyorum çünkü bunun Allah’a ulaşmada daha yararlı olduğunu düşünüyorum.
Farklı düşünenler elbette vardır. Ben farklı düşünenlerin yanlış düşündüğünü de iddia etmiyorum. Benim iddiam şu: Eğer hiçbir şekilde ikiyüzlülüğe başvurmadan, saf iyi niyetle hareket eden bir insan, hareketlerini kendi mantığıyla ve kendi aklıyla ve tekrar ediyorum saf iyi niyetle uyguluyorsa, o insan ne yapıyor olursa olsun ahiretteki yaşamına huzur içerisinde devam edecektir.
Tabii inançları uğruna veya kurduğu mantığa dayanarak herhangi bir şekilde kul hakkına giren (örn. çalmak, gasp etmek, öldürmek…) bir insana şöyle bakabiliriz:
- Eğer kul hakkına girmenin mantıksızlığını kavrayamayacak bir akla sahipse zaten dünyada akıl sahipleri tarafından durdurulur, engellenir ve ahirette de akıl yoksunluğu affından faydalanır.
- Eğer kul hakkına girmeyi aklına kabul ettirecek bir mantığa sahipse yine bu işte bir sorun vardır ve yine dünyada engellenir ama ahirette -eğer akıldan yoksun değilse- huzur içinde yaşar.
- Eğer kul hakkına girmenin mantıksızlığını kavramış ama kul hakkına girmenin zevkine kendini teslim etmiş, akıl sahibi olan (ama irade sahibi olmayan) bir insansa dünyada durdurulsun veya durdurulamasın, ahirette mükemmel mantıkla karşılaşınca vicdan azabından çekeceği acıyı tahmin bile edemeyiz.
Kur’an-ı Kerim ve hadisler haricindeki hiçbir sözü kabul etmemeyi ben de desteklemiyorum, elbette insan yorumlayamadığı bazı şeyleri daha rahat anlayabilmek için farklı farklı kaynaklara da başvurmalıdır. Benim bu yazıya başlama sebebim bile başka birinin sözleri, yukarıda alıntıladığım sözler. Yine de yine o sözlerin sondan birincisine tekrar dikkat çekmek istiyorum:
Usul gelse gelse yol manasına gelir ve eğer gerçeğe gitmekse maksadınız, herkes kendi yolunu bulmalıdır.
“Yol” kelimesi, Arapçadaki “tarikat” kelimesini Türkçeye çevirilirken kullanılabilir. “Tarikat” kelimesinin Türkçedeki sözlük anlamı da “Aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama farklılıklarına dayanan, bazı ilkelerde birbirinden ayrılan, Tanrı’ya ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri”dir. Herkesin bulması gereken yol, ortak bir yol olabilir ve bu ortak yolu bulma konusunda tarikatlar bile bazen yardımcı olabilir ama içerdikleri gereksiz uygulamalar, zorluklar ve/veya kolaylıklardan dolayı bırakın tarikatlar, mezhepler bile bir noktadan sonra insanı gerçek İslam‘dan uzaklaştırabilir. Bu yüzden ben, babamı da örnek alıp mezhepsiz yaşamayı, mezhebimi sorana “Yalnızca Müslümanım.” demeyi tercih ediyorum çünkü mezhepleri, tarikatları ve hatta ufak cemaatleri bile birbirinden taban tabana ayrıldığı yönleriyle İslam‘ı bölünmeye zorlayan gruplaşmalar olarak görüyorum. Daha doğrusu mezhepler ve tarikatlar iyi niyetle ortaya çıkmış olsa bile yanlış insanların yanlış yorumları sayesinde bana göre bu kavramlar, dini fanatizmle özdeşleştiren güruhların kendilerini hasımlarından kesin bir şekilde ayırmak için kullandıkları bir araç haline gelmişlerdir.
Din hakkında bilgim az, bu doğru. Ama bu bilgileri edinmeye yarayan akıl (yani herkesin aklı) aynı zamanda bilgilerle beraber veya bilgilerin yardımına ihtiyaç kalmadan sorgulama yeteneğine de sahip. Dinden korkmayıp yapılan her dayatmayı sorgulama cesaretini gösterdiğimizde, mantığımız yerinde ve ön planda olduğu sürece; eğer dayatılan doğruysa doğruluğunu tasdik etmiş, eğer dayatılan yanlışsa bir tabuyu daha yıkmış oluruz. Yanlış mıyım?
Yorumlar kapalı.