“Kusura bakmayın ama bu yaştan sonra bu saçmalıklara tahammül edecek sabrım yok. Yeterince yapacak işim de var. Bu kadar Kelimebaz yetsin.”
Sevan Nişanyan (Kaynak)
Başkasının başına gelen acı bir olaydan kesinlikle zevk almam. Zaten bu seferki keyfimin sebebi de Sevan Nişanyan‘ın Taraf‘tan ayrılması değil, böylesine bir olayın gerçekleşmesiyle Taraf‘ın “taraf”ının açıkça belli olmuş olması. Benim de kabul ettiğim değerdeki bir yazarı, abileri kızdı diye kovan Ahmet Altan‘ı alnından öpüyorum dürüstlüğü için.
Ne diyor Nişanyan:
14 ay boyunca önceleri her gün, sonra haftada altı gün yazı yazdım. Aynı bayat lafları dön dolaş tekrar etmek yerine, özgün araştırma ve düşünme gerektiren yazılar yazmaya çalıştım. Bunun için bir kuruş para almadım. “İleride ödenecek” ya da “kusura bakma para ödemeyeceğiz” gibi bir açıklama da duymadım. Sonuçta para çok mühim değil. Ama yarım ağızla da olsa bir kere teşekkür eden çıksa sanırım daha mutlu olurdum. Çıkmadı.
Ahmet Altan‘ı da tebrik etmek lazım hani. Hem Taraf‘ı “fakir ama gururlu gazete” konumunda tutmayı beceriyor, hem de kuruş para vermediği bir yazarını öfkelendirmekten çekinmiyor. Gazetedeki reklamları görmesek, Alkım Yayınevi‘nin borç batağından çıkış hikayesini falan bilmesek hakikaten inanacağız.
Neyse, devam edelim. Başka ne demiş Nişanyan:
21 Eylülde çıkan dine ilişkin yazımdan sonra, kabul edilebilir küstahlık sınırını aştığını düşündüğüm tavırlarla karşılaştım. Birkaç kez alenen fırça yedim. Yazılarım – herhangi bir açıklama veya ikna teşebbüsü olmadan – gelişigüzel makaslanmaya başladı. Ekim ayında çıkan iki kitabımdan gazetede tek satırla söz edilmedi. Gerekçe olarak, dine ilişkin yazılarımın “gazeteye zarar verdiği” söylendi. Gazetenin “bir süre” beni destekliyor görünmek istemediği bildirildi. Siyasi konulardan uzak durup kelimelere yoğunlaşmam “tavsiye” edildi.
Bu adam kadar garip (kötü anlamda) ve marjinal (kötü anlamda) birini görmedim (örn. eşinin kafasından aşağı bir kavanoz dolusu b.ku boca etmesi). Kendisine de zerre sevgim yoktur ama Ermeni asıllı bir Türk olmasına rağmen Türkiye’de Türkçe dilini en iyi inceleyen insanlardan biri olması bakımından sonsuz saygım vardır. Kendisine hayret ettim; benim iki kitabım yayınlanmış olsa ve çalıştığım gazetede bu kitaptan bir satır olsun bahsedilmese, durumu asla içime sindirmez ve istifamı o zaman sunardım. Kendisi bu durumu iyi sindirmiş olsa gerek. (İnşallah o sindirdiklerini de bir kavanoza doldurmamıştır.)
Bu arada Sevan Nişanyan‘ın da bahsettiği, 21 Eylül 2009 tarihinde yayımlanan yazısının başlığı “sansür”dü. Durup dururken kurduğu, aslında epey cesurca yazılmış bir paragrafla “sermaye sahiplerinin” şimşeklerini tek paragrafta, tek seferde üstüne çekmeyi başardı:
Neymiş? Allah diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış! (Kaynak)
Halbuki önceki paragrafta hem askere, hem dincilere çatmıştı. Taraf‘ın yayın politikasına uyup bir kavanoz da askere yollasana, niye dincilere yöneliyorsun? O gazetede çalışmayı kabul ediyorsan, Fethullahçıların gözünden düşme riskini göze alıp böyle cesur ve doğru yazılar yazmayacaksın arkadaşım! Sen nerede yazdığını sanıyorsun? O yazdığın köşe senin mi sandın, istediğini yazabileceğini mi düşündün? Öyle hayallere kapılırsan makası yersin tabii!
Yorumlar kapalı.