Çoğumuz zengin olmayı isteriz ama yine çoğumuz zengin olmanın ne demek olduğu üzerine düşünmeyiz. Halbuki hayatımızın en önemli kararlarından biri, zenginliği kendimize göre tanımlamak. Çünkü yanlış bir zenginlik tanımının peşinden koşunca, aradığımız türden zenginliğe ulaşamayıp mutsuz olabiliyoruz. Veya yanlış bir zenginlik tanımı yapıp, yadırgadığımız o zenginlikten uzak kalarak fakirliğimizle zehirli bir gurur ilişkisine giriyoruz.
Bu yazıda üç tane zenginlik tanımı yapacağım. Biri Vedat Milor’un anlattıklarından, biri stoacı filozof Seneca’nın mektuplarından, biri de—naçizane—kendi zenginlik tanımım olacak.

İstediğin zaman, istediğin yere gidebiliyorsan, zenginsin.
Vedat Milor, bu yılın başında Emrah Safa Gürkan’ın kanalına konuk oldu. Söyleşisinin bir bölümünde (neredeyse tam ortasında) ESG, Vedat Milor’a zamanının ne kadarını ABD’de geçirdiğini sordu. Herhalde o videoyu izlediğim dönemde zenginlik üzerine düşünüyormuşum ki, Vedat Milor cevabını verirken benim kafamda bir şimşek çaktı: Bugün “zengin” diyebildiğimiz bütün insanlar, istediği gün dünyanın istedikleri yerine gidebiliyor.
Söyleşide Vedat Milor zenginlik üzerine konuşmadı ama ben bu kısmı bir zenginlik tanımı olarak not etmişim. Yazının ilhamı Vedat Milor oldu yani.

Önce gerekli olana, sonra yeteri kadarına sahipsen, zenginsin.
Geçen gün (tam olarak 6 Mayıs günü) yeni başladığım Ahlâk Mektupları kitabında, stoacı filozof Seneca’nın, ikinci mektubunu şu paragrafla bitirdiğini gördüm:
Çünkü çok az şeyi olan değil, hep daha çoğunu isteyen fakirdir aslında. İnsan başkasının malına göz dikerse, elindekileri değil, elde edeceklerini hesap edip durursa, hazinesinde, ambarlarında yığınla malı, sürüleri, faiz getiren parası olmuş, neye yarar? “Zenginliğin sırrı nedir?” diye mi soruyorsun? Önce gerekli olana, sonra yeteri kadarına sahip olmaktır.
Seneca, Ahlâk Mektupları
Paragrafın başında fakirliği, paragrafın sonunda zenginliği tanımlamış. Seneca’nın bu sözünden anladığıma göre fakirlikten zenginliğe geçiş, iki aşamada gerçekleşiyor:
- Birinci aşamada hayatında gerekli olanlara sahip oluyorsun ve bir anlamda fakirlikten kurtuluyorsun. Başını sokacak evin, karnını doyuracak yemeğin, üstüne giyecek kıyafetin, onurunu zedelemeyen bir gündelik yaşamın olduğunda, “fakirim” demezsin.
- İkinci aşamada yeteri kadarına sahip oluyorsun ve bir anlamda zenginliğe geçiş yapıyorsun. “Bu kadarı bana kesinlikle yeter.” diyebileceğin miktarda gıdan, kıyafetin, paran vs. olduğunda kendine “zenginim” diyebilirsin.
(Ve unutmayın ki; bir şey size yetmediği sürece o şey sizi fakir hissettirir. Muhtemelen bu yüzden cebini doldurdukça daha fazla açlık çeken kalantorlar, siyasetçiler bize göre çok zengin olsalar da aslında aramızdaki en fakir insanlar.)
Müthiş değil mi? Yaklaşık 2000 yıl önce Lucilius Junior isimli maliye memuru arkadaşına yazdığı bu mektuplarda o kadar güzel sözler var ki, altını çizdiğim sözlerden ayrı bir yazı veya yazı dizisi çıkabilir.

Zamanının ve enerjinin kullanım hakları sendeyse, zenginsin.
Benim kendimce yaptığım tanım, kendi paramı kazanmaya başladığım 2010 yılından beri üzerine düşüne düşüne geldiğim noktayı temsil ediyor.
Bana göre zenginliğin paradan ziyade özgürlükle ilgisi var. Benden çok daha fazla para kazanan ama benden çok daha fazla çalışmak zorunda olan birisini düşünelim: Eğer tamamen kendi tercihiyle çalışmıyorsa ve bundan keyif almıyorsa, benden daha zengin olamaz. Muhteşem bir evi, birden fazla arabası olan, işi-gücü kelimenin tam anlamıyla para basan bir başkasını düşünelim: İstediği an her şeyi bırakıp kitabını okuyamıyorsa, çocuğuyla oynayamıyorsa, olmaz olsun öyle zenginlik. “Zamanının ve enerjinin kullanım hakları” derken işte bunu kast ediyorum.
Kapitalist düzenle dönen dünyamız, bu bağlamda çok net örnekler sunuyor. İnsanlık tarihinin en büyük finansal yapılarından birinin sahibisin ama o yapıyı ayakta tutabilmen için uyumadığın her an birileriyle görüşmen, onları ikna etmen veya yönetmen gerekiyor. Veya muazzam büyüklükte bir şirketin tepesindesin, yılda milyonlarca dolar kazanıyorsun ama özünde başkalarına (şirketin yönetim kuruluna, sahibine, hissedarlarına vb.) kendi vaktini kiralıyorsun. Hayatının üçte birini, bazen daha fazlasını, başkasına kiralamak, bu dünyada asla kabullenemeyeceğim şeylerin başında geliyor.
Bu yazdıklarım kimine “züğürt tesellisi” gibi gelebilir, dert değil. Züğürt olmadığımı da biliyorum, teselli aramadığımı da. Elon Musk’tan daha özgür ve daha zengin olduğumu da biliyorum.
Sonuç
Şuna itirazım yok: Herkesin zenginlik tanımı kendine göre doğrudur. Ben de bu yazıda bana doğru gelen üç tanımı yazdım; biri günümüzün elitlerinden birine, biri 2000 yıl önce yaşamış bir filozofa, biri de “şu fakire” ait.
Peki, size göre zenginlik nedir? Lütfen bana Twitter’da yazın, konuşalım, tartışalım.