En beğendiğim gazetecilerden biri olan Fatih Altaylı‘nın bu olayı yorumlarken kullandığı bir-iki cümleyle başlamak istiyorum:
“İçimden ‘Bravo, iyi yaptın.’ demek geliyor. Ama tabii içimizden gelenlerle devlet adamlarının davranış modelleri arasında fark olması gerektiğini de uzmanlar söylüyor. Ben Başbakan olsaydım benzer bir şeyi yapardım. Biz de zaten o yüzden Başbakan olmuyoruz.”
Öncelikle şunu diyeyim: Recep Tayyip Erdoğan‘ın böyle bir tavır gösterip paneli terk ettiğini öğrendiğimde Erdoğan‘a inanılmaz bir sempati duydum. Hatta bu sempatim, Türkiye‘ye döndüğünde yaptığı basın toplantısında “Ben orada ülkemin başbakanı olarak bulundum, Ak Parti genel başkanı olarak değil.” dediğinde ben de “Tamamdır, bundan sonra bu adama saygı duyacağım.” dedim. Ama sonra ne yaptı? Basın toplantısından çıkıp kendisini karşılamaya gelmiş halkına konuşurken AKP genel başkanlığına geri döndü! Öyle bir konuştu ki, artık konuşmanın sonlarına doğru “İşte bu yüzden yerel seçimlerde de oyunuzu ampul olan haneye basmalısınız!” diyecek sandım.
Zaten sonrasında okuduğum eleştirilerin çoğunda da bu son yaptığı “hata”dan bahsediliyordu. “Her şartta ölümüne muhalefet” zihniyetiyle partisini uçurumlara sürükleyen Deniz Baykal bile Davos‘taki sert çıkışında bir yanlışlık olmadığını, yine de bunu iç siyasette kullanmaması gerektiğini anlatıyordu. Deniz Baykal‘dan başka birçok siyasetçi ve birçok gazeteci de benzer söylemlerde bulundular.
“İnadına AKP“ciler şu anda “Ulan Barış, adam o kadar güzel bir hareket yaptı, yine de eleştirecek bir şey buldun.” diye düşünüyorlardır. Tam da burada, “olayı iç siyasette propaganda olarak kullanma” ve “olayı bir ülkenin başbakanı sıfatıyla gerçekleştirme” konularını birleştirerek bir “Neden doğruydu, neden yanlıştı?” listesi yapmak istiyorum:
Başbakanın tavrı neden doğruydu?
Çünkü bir insanlık suçuna böyle tepkiler verilir. Ortada geçerli bir sebep olmadan Filistin’i işgal ettikleri için “terör devleti” sıfatını hak eden sayılı ülkelerden biri olan İsrail‘in, kafalarına iki-üç roket yediler diye zaten eziyet ettikleri bir ülkeye bu sefer tam takım girip, aşırı ve orantısız güç kullanarak 1400 civarı sivili katletmesine “insanlık suçu” dışında bir tanım getiremeyiz. Biz ASALA terör örgütü varlığını sürdürüyorken Ermenistan‘a girip binlerce sivili katlettik mi? Veya ne bileyim, Amerikan ordusu El Kaide‘yi temizlemek için Afganistan‘a girdi mi? (Dur yav, girdi. Hatta Irak‘a bile girdi herifler!)
Neyse, sonuçta yapılan büyük bir insanlık suçudur ve siyonist kafalı İsrail ve batı devletlerinin kafaları bu gerçeği almıyorsa bile dünyanın geri kalanına ne derece rezil olduklarını gördük, görüyoruz.
Çünkü paneli yöneten adam gerçekten de haksızlık etti. Başbakanımızın hesabına güveniyorum; zaten tüm dünya tarafından bir panelde Erdoğan‘ın tuttuğu “Kim kaç dakika konuştu?” notları yanlış olsaydı daha gün bitmeden biri bu hesapların yanlış olduğunu ortaya çıkarırdı. Gerçi Erdoğan da ilk başta farkı biraz açık olarak gösterdi ama sonraki demeçlerinde hatasını düzeltti ve şunları söyledi: “(…) BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon konuşmalar içinde bu süreyi birinci turda en iyi kullandı. 8 dakika konuştu. Amr Musa 12., 13. dakikaydı ki moderatör toparlayın diye uyardı. Ve o da tabii toparlayıp 15 dakikada bitirdi. Ondan sonra ben konuşmama başladım. 15 dakikada da ben konuşmamı bitirdim. Peres‘e gelince Peres, hiçbir ikaz, uyarı almadan 23 dakika konuşma yaptı.” (Erdoğan ilk demecinde kendisinin 12, Şimon Peres‘in ise 25 dakika konuştuğunu iddia etmişti.)
Yani fark 8 dakika. Tek basamaklı olduğuna bakmayın, gerçekten büyük bir fark ve bu 8 dakika diğer panel katılımcılarına büyük bir haksızlıktır. Erdoğan‘ın böylesine büyük bir farka kızması ise gayet doğaldır ve panel yöneticisinin taraflı davrandığı kanısına varıp paneli terk etmek de, bir ülke yöneticisine yakışmasa da, mantıklı bir tepkidir.
Çünkü Şimon Peres son derece ukalaydı, terbiyesizdi! Başbakanımız yine kendisini tutabildiği kadar tutmuş olsa gerek, yoksa o Kasımpaşalı damarıyla Peres‘e kafa göz girişebilirdi maazallah. Yine iyi yırttı yani Peres.
Peki başbakanın tavrı neden yanlıştı?
Çünkü lafla peynir gemisi yürümez! Başbakan, panel yöneticisine sinirlendiğini söylese de sinirinin asıl hedefinin Şimon Peres olduğunu panel görüntülerinden de görebiliriz. Bu durumda da yapılan bu katliama karşı yalnızca efelenmenin, temiz yürekli din kardeşlerimi mutluluğa boğsa da, yeterli olmayacağını görebilmemiz gerekiyor.
Hugo Chavez de Erdoğan gibi İsrail‘i katil olarak nitelendirdi (“İsrail hükümetini katil ve soykırımcı olarak ilan etmek gerekir.”) ama ülkesindeki İsrail büyükelçisini de ülkesinden kovdu. Bolivya yönetimi de aynı şeyi yaptı. Bu ülkelerin İsrail‘e tavır almasının sebebi, insancıllığa değer veriyor olmaları. Tayyip Erdoğan ise İsrail‘in bu hareketlerinden bahsederken “Müslüman bebekler” diyor, “din kardeşlerimiz” diyor, yani daha spesifik bir bağın altını çiziyor. Kötü ediyor demiyorum ama Tayyip Erdoğan‘ın eylemleri niye yalnızca lafta kalıyor? Ben olayı kendi vicdanımda değerlendiriyorum, lütfen siz de aynısını yapın ve ben nasıl Erdoğan‘ın tavrını iyice ölçüp tartıyorsam, siz de Erdoğan‘ın bu eylemsizliğini herhangi bir siyasi görüş altında bulunmadan değerlendirin.
Çünkü yalnızca bu olayda konuşmak, samimiyeti gösteremez. Yukarıda da bahsettim: Amerika, kendince uydurduğu El Kaide‘yi bitirmek için Afganistan‘ı işgal etti, kesmedi, kendince sebepler uydurarak Irak‘ı da işgal etti ve bir şekilde herkes Irak‘ın işgalinin 11 Eylül‘e bağlı olduğunu düşündü. Halbuki Irak‘ın işgal sebebinin petrol kaynaklarını ele geçirme ve Orta Asya‘da ülke büyüklüğünde bir yerleşk… Neyse, şuraya gelmek istiyorum: 1400 Müslüman katledildiğinde bir müttefiğe bağırıp çağırabiliyorsak, aynı şeyi neden 1 milyondan fazla Müslüman katledildiğinde -diğer müttefiğimize- yapmadık? Veya ne bileyim, Darfur‘daki iç savaşta yüz binlerce kişi ölürken, milyonlarca kişi muhtaç durumda kalmışken niye ses çıkmadı? Başbakanı halife ilan etmeye kalkan zavallılar, bunları düşündü mü?
(Soruları yalnızca ölen Müslümanlardan sordum, biliyorum ama başbakanımızın da -kendisinin de itiraz etmeyeceği üzere- önceliği Müslüman insanlar olsa gerek. Yoksa daha ne katliamlar, ne savaşlar var…)
Çünkü dış politikadaki olaylar, iç politikayı şekillendirmek için kullanılamaz. Erdoğan baktı ki yurt dışında yaptığı bu hareket Türkiye‘de büyük destek gördü, tuttu bu yaptığını AKP‘nin başarılarıyla ilişkilendirmeye kalktı. Aşağı yukarı tüm ülke Recep Tayyip Erdoğan‘ın bu hareketine destek verdiğinde Erdoğan‘ın bunu yaklaşan yerel seçimler için kullanmasını ahlaklı bir hamle olarak görmek mümkün değildir. Ayrıca iddia ediyorum, Erdoğan halkın bu takdirini sömürmeye kalkmasaydı daha da fazla alkış alacaktı ama İstanbul‘a ayak bastıktan sonra basın toplantısındaki harika ve bir başbakana yakışan açıklamasının üstüne dışarı çıkıp halkına başarısız bir apartman yöneticisi gibi konuştuktan hemen sonra benim de dahil olduğum, başbakana hayranlık duyma-duymama ikilemi dolayısıyla kafası bulanmış kesim hemen uyandı ve başbakana desteğinin yanına bir “ama” ekledi.
Çünkü bu tepki, bir ülke yöneten birine yakışmaz. Tepki göstermenin diplomatik yolları vardır. Büyükelçi kovmak, mesela tüm diplomatik ilişkileri kesmek bu türden tepkilere güzel örneklerdir. Diplomasiyi kullanırsan hem daha etkili, hem de daha “sakin” bir tepki göstermiş olursun. Ülkene döndüğünde bağıra çağıra “Ben diplomat değilim. Ben siyasetçiyim. Çekirdekten siyasetçiyim. O adetleri bilmem. Bilmek de istemem.” dersen bunu belki ülkendeki destekçilerin “Aynen be, ne güzel konuştu!” diye karşılayabilir ama dünyanın nezdinde hem senin, hem de yönettiğin ülkenin ahlâkı sorgulanabilir.
Herkes, ama herkes anlasın diye olaya farklı bir açıdan yaklaşıp bir örneklendirme kullanacağım:
Akıl-mantık sahibi bir halk olarak, taraftarı olduğumuz futbol takımının ezeli rakibi olarak gördüğü bir diğer takımı yurt dışındaki maçlarında desteklemekten çekinmeyiz. Orada rekabet düşüncesi yoktur, orada rakip takım ülkemizi temsil eder. “Takımımız” yurt dışındaki maçında bir haksızlığa uğrarsa ülkecek ayağa kalkarız ve haksızlığa karşı en az o takım kadar tepki gösteririz. Benzer şekilde takımımız rakibine bir haksızlıkta bulunduysa da eleştirmekten (veya özeleştiri yapmaktan) çekinmeyiz çünkü çoğumuz adaletliyizdir. Bütün bunları yaparız çünkü o milli bilincimiz gelişmiştir.
Burada da benzer şekilde ben de milli bilincimle bir yazı yazmaya çalıştım. Dediğim gibi; Tayyip Erdoğan‘ın tepkisi yerindedir ama bu tepkiyi bir başbakanın vermiş olması pek hoş karşılanacak bir durum değildir. Yani bir uluslararası ekonomi forumuna katılan bir başka kişi dese de aynı tepkiyi gösterirdik ama bu tepkiyi örneğin tüm ülke ortak bir bildiri yayımlayarak gösterseydik (“Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz.” ve “Tevrat‘ta ‘Öldürmeyeceksin.’ der.” gibi tepkilerden bahsediyorum.) hem daha sağlam olurdu, hem de diplomatik bir kriz yaşanmazdı çünkü halkın tepkisi olurdu. Bir de iş lafta kalmasaydı, bir icraat da görseydik de İsrail‘i iyice morartsaydık en güzeli olurdu.
Ama olmadı, her şey lafta kaldı.
Yorumlar kapalı.