2010 yılının ortaları olması lazım, Breaking Bad’e başladığım zaman. Aslında bir yıl önce de başlamıştım ama ilk bölümün ilk 10 dakikası pek sarmamıştı, o yüzden izlememiştim; bir yıl sonra da (kitlesinin artış hızından etkilenip) tekrar izlemeye karar vermiş, bir yıl önce ilk bölümü yarım bıraktığım için kendime kızmıştım.
Başladığımda, AMC kanalında üçüncü sezonun son bölümleri yayınlanıyordu. Hızlı bir şekilde ilerleyemediğimi hatırlıyorum. Şu anda bir seferde üç bölümü devirebiliyor olsam da, ilk izlediğim zamanlarda izlediğim bölümü sindirebilmek için en az bir güne ihtiyacım oluyordu, o yüzden (üç sezon geriden geliyor olsam da) bölümleri art arda izleyemedim. Yine de, üçüncü sezon finalinden önce yayın akışına yetişmiş, herkes gibi tırnaklarımı yiye yiye üçüncü sezonun son bölümlerini birer hafta arayla izlemek zorunda kalmıştım.
Sonraki sezonlar, malumunuz. Kafayı yediğim zamanlar, şaşkınlıktan haykırdığım sahneler… Daha birkaç ay öncesinde kadar IMDB’de 10 üzerinden 10 alan bölümü, mesela, yarısında durdurmak zorunda kalmıştım. (62 bölümlük dizinin 60.’sı olan Ozymandias isimli bu bölüme 10 üzerinden 10 veren 60 binden fazla insan var.) İlk zamanlardakinden farklı olarak bu sefer bölümün tamamı değil, yarısı yetmişti de diziyi ortasında durdurup dışarı çıkmak, hava almak zorunda kalmıştım. Hey gidi…
Üçüncü sezon finalinden sonra, her yeni sezon başlamadan önce bölümleri tekrar izledim. Yani dördüncü sezon başlamadan önce üç sezonu tekrar izledim. Beşinci sezonun ilk yarısı başlamadan önce geçmiş dört sezonu, beşinci sezonun ikinci yarısı başlamadan önce geçmiş dört buçuk sezonu izledim. Dizi bitti, birkaç ay sonra tüm sezonları tekrar izledim. Sonra dizinin spin-off’u olan Better Call Saul başlamadan önce bir kez daha izledim tüm bölümleri. Better Call Saul’un ilk sezonu bitti, bir süre sonra bir kez daha izledim.
İki-üç hafta önce, bir arkadaşım (evimdeyken) Breaking Bad’i izlemediğini söyleyince, sinirlenip ilk bölümü açmıştım. “Açmışken gerisini ziyan etmeyeyim” dedim, tekrar izlemeye başladım. İkinci sezonun ortasındayım şu anda. 62 bölüm bitsin, üzerine bir de Better Call Saul’un ilk sezonunu izleyeceğim.
“Neden?” diye soruyorsanız, bu diziyi tekrar tekrar neden izlediğimi merak ediyorsanız (veya nasıl izleyebildiğimi düşünüyorsanız), diziyi izlememişsiniz demektir. Hobi olarak yine sorun, ona bir şey demiyorum, ama bu diziyi, bu “dünyanın en iyi dizisi”ni kesinlikle izleyin.
İlk sezon biraz sıkıcı gelebilir, sebebi dizinin o güçlü, tamamı derinlik sahibi karakterlerini tanımamız olmalı. İlk sezonun ortalarından sonra uçuşa geçmediyseniz, sezon finalinden sonra ikinci sezona fena halde istekli başlayacağınızdan eminim. Sonrasını hiç söylemeyeyim, sadece şunu diyeyim: Dizi hiçbir bölümde, hiçbir sezonda, hiçbir zaman düşüşe geçmedi.
Bu arada, bu dizinin bir farkı daha var: Her bölüm, neredeyse uzun metrajlı bir film tadında geçiyor. Dizinin yönetmenleri, yazılan senaryolar, klişe bir söylem olacak ama kamera açıları ve hatta ışığın, seslerin kullanımı bile sizi diziye hayran bırakacak. Seçilen (veya dizi için bestelenen) her müziğin ayrı bir kısmını beğeneceksiniz, bunun bile garantisini verebilirim.
Mükemmele bu kadar yakın az sayıda dizi var. Hala izlemediyseniz, izleyin derim. Sevgiler.