2019 yılı Beyn planları

Düzenli blog yazamayanların utancıdır: Uzun bir aradan sonra bir gazla “Artık daha düzenli yazacağım, valla bak!” temalı bir yazı yazarlar. Ardından gerçekten de bir süre düzenli yazı girebilirler bloglarına, ama sonra o blog yine sessizliğe gömülür. 2010 yılı civarında bunu yapan insanlara biraz acır, biraz sinir olurdum — özellikle sevdiğim insanlar yazmayı bıraktığında uyuz olurdum onlara. Şimdi ben aynı şeyi yapıyorum: Yazma alışkanlığım biteli yıllar oldu.

Yeniden “yeniden başlamak” ne kadar akıllıca, orasını bilemeyeceğim ama yazmaktan çok keyif aldığım kesin. (Sayısı ne çok az, ne de çok fazla olan okurlarım da okumaktan keyif aldıklarını söylüyor.) Bu yüzden bir deneme daha yapacağım, ve bu sefer eskiden yaptığım hataları geri almaya çalışacağım. Bir eylem planı yaptım kendime.

1. Tek yazar, tek blog, tek vatan, tek millet

2013 yılının ortalarında yapmak istediğim şeyi hayata geçirdim ve birkaç yazar bulup, Beyn’i “çok yazarlı” bir blog formatına dönüştürdüm; aynı anda barisunver.com adresinde de bir “kişisel blog” açıp hayatımla alakalı yazıların tamamını oraya aktardım ve bundan sonra “düşünce yazılarını” Beyn’de, “kişisel yazılarımı” barisunver.com’da yayınlarım dedim. Aynı zamanda, 7 yıldır neredeyse hiç sektirmeden her gün yazdığım “gün özetlerini” önce oraya taşıdım, sonrasında o gün özetlerini yazmayı da bıraktım.

Daha büyük bir hata yapamazdım herhalde. Zeki bir adamın yapacağı bir şey değildi bu. Birincisi; aceleye getirdiğim “yazar bulma” işini elime yüzüme bulaştırdım; gelen yazarlar söz verdikleri gibi haftada bir yazmak yerine canları istedikçe yazdılar. Onlardan ses çıkmayınca benim yazma şevkim de, yazma sıklığım da azaldı. Beyn’de de, barisunver.com’da da daha az yazmaya başladım. Her gün yazan adamdım ben ulan!

Elbette başka sebepler de vardı (Erdoğan’ın 2010 yılında bana dava açması yüzünden istemeden geliştirdiğim otokontrol mekanizması yazma şevkime büyük darbe vurmuştu mesela.) ama yine de Beyn’i bitiren, benim Beyn’i değiştirme isteğim oldu.

Önümüzdeki haftalarda bunu geri almaya çalışacağım. Bazı konuk yazarların yazıları dışında, diğer yazarların tüm yazılarını sildim; önümüzdeki haftalarda da barisunver.com’daki yazıların büyük çoğunluğunu Beyn’e taşıyacağım ve artık beğenmediğim, Beyn’e yakıştığını düşünmediğim yazıları da sileceğim (arşivleyerek). Muhtemelen barisunver.com sitesini de bir nevi kartvizit sitesine dönüştürüp, “Sen kimsin yaa?” diye soranları oraya yönlendireceğim.

2. Daha iyi, daha yeni bir tasarım

Bugün Beyn’i akıllı telefondan açtığınızda logo görünmüyor, biliyor musunuz? Yıllardır böyle bu. Beyn’in temasını son yenilediğimde mobil cihaz uyumluluğu internet sitelerine yeni yeni geliyordu; ben de o zamanki (kıt) bilgimle menüyü göstermek için logoyu yok etmeyi tercih etmiştim. Salak Barış.

Tabii tek eksiklik o değil. Sade bir tasarım yapayım diye basit bir tasarım yapma hatasına düşmüştüm ve bunu düzeltecek “tasarım gözü” bende yoktu. Hala da tasarımda çok iyi olduğum söylenemez; bu yüzden tasarımına çok güvendiğim dostum Bulut Öztürk’ten yardım alacağım. Ben tasarımı yapacağım, ona sunacağım; o bana eksiklerimi söyleyecek, ben de tasarımı güncelleyip yeniden ona sunacağım… Bulut iyi bir tasarım yaptığımı düşünene kadar (veya benden bıkana kadar) bu döngüyle onu boğacağım, nıhaha.

Bu da 1-2 ay alır diye düşünüyorum. Hedefim Beyn’in 13. yaşını (21 Ocak 2019) yeni temayla kutlamak ama o güne yetişmez muhtemelen. Bakacağız.

3. Okur kitlemi büyütmek için hain planım

Bakın ziyaretçi değil, okur! Bunun farkını yıllar önce güzelce anlatmıştım (bu da yazının ikinci kısmı), ama kendi okur sayımı artırmak için hiç uğraşmadım. Benzer şekilde, sosyal medyadaki takipçi kitlemi de geliştirmek için bir çaba sarf etmedim.

(Dişe dokunur tek bir şey yazmadan yüz binlerce, milyonlarca takipçiye ulaşan fenomenleri biraz kıskandığımı itiraf ediyorum. Tabii onlar kadar onursuzlaşmayacağım, sözüm olsun.)

Okur kitlemi ilk etapta iki yoldan geliştirmeyi düşünüyorum: Twitter takipçilerini ve eposta abonelerini artırarak. Facebook artık insanların bilgi edindiği bir platform olmaktan çok uzaklaştı; Instagram birinin yazılarını okutabileceği bir mecra değil; Google+ desen, onun zaten kendine hayrı yok… Ama Twitter’da yazılı etkileşim üst düzeyde ve sosyal medya ne kadar büyürse büyüsün, eposta kitle iletişiminde hala zirvede: Twitter takipçilerinin %10’una ancak ulaşabiliyorsunuz (geri kalanı ya sizi öylesine takip edenler oluyor, yahut takip ettiği yüzlerce hesabın arasında kaynıyorsunuz), diğer yandan doğru adımları atarsanız eposta abonelerinin %30’undan fazlası gönderdiğiniz epostaları açıp okuyor.

Twitter takipçi kitlesi geliştirme konusunda önerilere açığım, ama eposta abonelerini artırma konusunda daha sağlam bir planım var: Şu anda 2 binin biraz üzerinde eposta abonem varken yıl sonunda bunu 5 bine yaklaştırmak istiyorum. İki kitleyi de geliştirmek için ufak çekilişler düzenleyeceğim; ayrıca ziyaretçileri eposta abonelerine dönüştürmek için birkaç ikna yolu deneyeceğim.

Son bir not: Siteden yorumları kaldırmayı düşünüyorum, nasılsa yazan da yok, okuyan da yok. Ne dersiniz?

4. Daha sık ve daha öz yazılar

“Enter tuşu” geyiğiyle haksızca kötülenen, halbuki Türkiye’de “ekonomik anlatım”ın ustası bir isim var: Yılmaz Özdil. Her yazısını sevmem, hatta bazı yazılarına uyuz olurum (özellikle o haksız kötülemeleri haklı çıkartan, 1938’den günümüze geçen yılları alt alta yazıp bir-iki cümleyle bitirdiği yazılarını) ama aslında hem kısa, hem uzun yazan bir yazardır Yılmaz Özdil. Bu paragrafa başlamadan önce son 5 yazısına baktım, 250’yle 1000 kelime arasında değişiyor. Tabii çoğunlukla 500 kelimenin altında, ama öyle olması yazının değerini düşürmüyor, hatta zaman zaman artırıyor.

Mark Twain’e, Voltaire’e, Blaise Pascal’a ve daha pek çok kişiye atfedilen bir söz var, yazdığı uzunca bir mektubun giriş cümlesinde yazan bir söz: “Kusura bakma, kısa yazacak kadar vaktim yok.” Çok güzel bir söz, ve çok doğru: İyi yazan kişi, az kelimeyle çok şey ifade edebilir ve kaliteli bir kısa yazı, aynı kalitede bir uzun yazıdan daha uzun zamanda yazılmış olabilir. Hatta şiir için “yazının damıtılmış hali” demelerinin de sebebi budur. (Japonlar şiiri de damıtıp “haiku” yazıyor, o da var.) Tabii önemli olan az yazmak değil, öz yazmak; çünkü yazı kısa da olsa, uzun da olsa önemli olan boyu değil, işlevi! (Böyle cıvık bir espriyle bitirmek istezdim, ama gerçekten de yazının işlevi uzunluğundan daha önemli.)

Bundan böyle, daha kolay okunan ama daha kaliteli yazılar yazmayı hedefliyorum. Düşüncelerimi azıcık damıtmayı başarabilirsem kafamdaki konuları da daha kolay aktarırım diye düşünüyorum.

Sonuç

İki siteyi birleştireceğim, tasarımı yenileyeceğim, eposta abonelerimi ve Twitter takipçilerimi artırmaya odaklanacağım ve daha sık & daha öz yazacağım. İşin özü bu.

Eskiden gün içinde yaşadığım şeyleri nasıl yazıya dönüştürebileceğimi düşünürdüm. Her gün o günün özetini yazdığım içindi bu; ama o günün özetinin dışında da yazabileceğim bir şey olduğu zaman, keyifle, ballandıra ballandıra o olayı anlatabiliyordum.

Şimdi gün özeti yazmaya dönmeyeceğim, ama eskiden belki her gün sorduğum “Bu olayı/düşünceyi nasıl yazarım?” sorusunu daha çok sormam lazım. Zaten geveze bir adamım, işim gücüm olmasa her konuda ahkâm keserim ama eskiden refleks olarak yerleşmiş olan “yazma” hevesi artık yok. Ama olacak. Söz.

Sevgiler.

Barış Ünver
13 Ocak 2019

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.