Bir blog yazarı, blogunun hangi istatistiklerini önemsemelidir? Bu soruyu ne yazık ki çok azımız düşünüyoruz; pek çoğumuz bu soruyu “ziyaretçi sayısı en önemlisidir” deyip geçiyor. Düz mantığa göre kabul edilebilir bir yanıt ama biraz düşündüğümüzde bambaşka şeylerin önemini fark ediyoruz.
Bu sorunun asıl yanıtını epey geç fark etmiş bir blog yazarı olarak, bu konuda bir şeyler yazmak istedim. İki yazıdan oluşan bu yazı dizisinin birinci bölümünde kendi hikayemi, Beyn’in hikayesini anlatacağım; ikinci bölümde ise yaşadıklarımdan çıkardığım dersleri özetleyip, blog yazarlarının hangi istatistikleri önemsemesi konusunda önerilerde bulunacağım.
1. Bölüm: Beyn’in hikayesi
2006 yılında blog yazmaya başladığımda, kafamda ne yazacağıma dair pek bir fikir olmadığı için, ziyaretçileri de önemsemiyordum. Çünkü biliyordum ki blogumu, birkaç arkadaşımdan ve annemden/babamdan başka bilen biri yoktu. “Günlerimi herkese açık biçimde özetleme” fikri geliştikten sonra da, “Kimsenin bunları görmeye ihtiyacı olmayacak, zaten kendi arşivim olsun diye yazıyorum.” diyerek (ama yine de ziyaretçilere açık bir bölümde tutarak) yazmaya devam ettim ve ziyaretçileri aklımdan tamamen çıkarıp yazmaya devam ettim.
Ama birkaç ay sonra bir şeyler oldu: Naz Elmas’la çektirdiğim fotoğrafı girdiğim yazı, şans eseri, Google’ın “görsel arama” bölümünde ilk sıraya kadar geldi ve siteye yükselen bir hızla ziyaretçiler gelmeye başladı. SEO’nun S’sini bilmediğim ama bir sebeple Google Analytics’ten ziyaretçi sayısını kontrol etmeye başladığım o zamanlarda bu çok hoşuma gitmişti ve başka türlü aramalardan siteye ziyaretçilerin gelip durduğunu gördükçe, sitemin okunan bir site olduğunu zannetmeye başladım.
“Zannetmeye” kelimesini vurgulamak istiyorum. O zamanlar şöyle bir yanlış düşüncem vardı: Siteye girenlerin, sitede bir sayfa da olsa içerik okudukları için siteyi beğendiklerini düşünüyordum. Dile getirilebilecek bir düşünce değildi ama şimdi o zamanları hatırladığımda, daha mantıklı bir şey gelmiyor aklıma.
2008 yılına kadar böyle gitti. Daha sonra siteyi okuyan kişiler arasında asıl öneme sahip olanların ziyaretçiler değil, “takipçiler” olduğu fikri aklıma geldi. (Bu konuda yakın zamanda şu yazıyı da yazmıştım.) Aklıma geldi gelmesine ama bu konuda bir çaba göstermedim çünkü ziyaretçi sayımdan memnundum. (O zamanlar günlük 3000 civarı ziyaret alıyordum. Şimdi bu sayı 1000-1500 aralığına kadar geriledi.)
2009 ve 2010 yıllarında ziyaretçi sayılarının düşmesine anlam veremesem de, ziyaretçilere pek önem vermemeye çalıştığım için bu düşüşe de aldırmıyordum. Önem vermemeye çalışıyordum ama önem veriyordum; yapacak bir şey yoktu, arama motorlarında daha gerilere gidip duruyordum. Üstelik takipçileri, ziyaretçilerden daha fazla önemsediğimi söylememe rağmen bu iki yıl boyunca yeni takipçi yaratmayı bırakın, var olan takipçileri elimde tutmak için bile hiçbir şey yapmadım. Nasıl bir öküzmüşüm o zamanlar…
Bir, bir buçuk yıldır da takipçilerimi korumaya ve siteme yeni takipçiler eklemeye çalışıyorum ve bunun için özellikle sosyal medyayı kullanmayı seviyorum. Sosyal ağlardaki hesaplarım (ve Beyn’in hesapları) sayesinde takipçi sayımı 5 bine kadar çıkarmayı başardım ama bu 1 küsur yıllık süre zarfında RSS ve e-posta abonelerimi epey ihmal ettiğimi fark ettim.
Unuttuğum şey ise şuydu: Sosyal ağlardaki binlerce takipçim tüm yazıları görmüyordu. Facebook’ta Beyn’i “beğenenler”, kendi anasayfalarında Beyn’in her yazısını görmüyorlardı; sadece karşılarına gelenleri görüyorlardı. Twitter’daki takipçilerim, takip ettiği onlarca hesap arasında benim tweet’lediklerimi belki 3-4 seferden birinde görüyorlardı. Halbuki e-posta adresleriyle veya RSS’ten bana abone olan kişiler, neredeyse her yazımı görüyorlardı. İşte sırf bu eksiğimi gidermek için bu yıl, 2012 yılında e-posta ve RSS abonelerimi elimde tutmak ve yeni aboneler eklemek için çaba göstereceğim.
Beyn’deki ziyaretçi/takipçi istatistiklerinden hangisini önemsemem gerektiği konusundaki fikrimi geliştirirken, var olan ziyaretçilerle ilgili ne yapabileceğimi de düşündüm. Takipçilere nazaran daha az önemsesem de, ziyaretçilerle de ilgilenmem gerektiğini biliyordum. Takipçiler de ilk başta ziyaretçidir, siteyi severse takipçisi olur; yanlış mı?
İşte bu yüzden, ziyaretçilerin sitede ne yaptıklarını araştırmaya başladım. Gözünü sevdiğim Google Analytics hizmeti, ziyaretçilerin her türlü istatistiğini sunuyor. Hangi siteden veya hangi aramanın sonucuyla siteme geldiği, sitede hangi sayfayı ne kadar süreyle ziyaret ettiği, ilk önce hangi sayfayı ziyaret ettiği, sitede kaç sayfa ziyaret ettiği, en son hangi sayfayı gördükten sonra siteden ayrıldığı… En çok önemsediğim istatistikler bunlar oldu. Özellikle de ilk olarak Beyn’in hangi sayfasını ziyaret ettiği, sitede kaç dakika geçirdiği ve kaç sayfa gezdiğini gösteren veriler, bana ziyaretçilerimin neden takipçilere dönüşmediği konusunda acı gerçeklerle güzel fikirler vermeye başladı.
Beyn’i geliştirdikçe, Beyn’de yazma amacımı da doğru biçimde dile getirmeye başlamıştım: siteye giren kişilere sesimi duyurmak ve mümkün olduğunca çok düşüncemi onlarla paylaşmak. Bu yüzden asıl önceliğim, ziyaretçilere birden fazla sayfa gezdirmek olmalıydı. Maalesef bunu, bu yazıyı yazdığım günlerde bile başaramadığımı görüyorum ve cesaretim kırılıyor (çünkü Beyn’e gelen ziyaretçilerin yarısından fazlası 1 sayfayı gezip siteden ayrılıyor) ancak sonunda yayına sokabildiğim yeni Beyn temasıyla bu oranı biraz olsun düşürmeyi başardım. İlerleyen zamanlarda temayı daha da geliştirip, tasarımdaki elemanların önem sıralamasını düzeltip, ziyaretçileri Beyn’in tasarımıyla da yönlendirmeye çalışacağım.
Yorumlar kapalı.