Birkaç gündür kendi kendime konuşuyorum. Bunu yazdığımda insanlar garipsedi haliyle. Anlatamadığım nokta şu: İstemsiz bir şekilde kendimi kendimle konuşurken bulmuyorum; bilerek ve isteyerek konuşuyorum kendimle. Ben deli değilim!
Kendinizi düşünürken gözlemlemeye çalışın. Düşünceler kafanızdan o kadar hızlı geçiyor ki, birkaç dakika içerisinde her ayrıntısı düşünülmüş bir hırsızlık veya akşam karınızı kendinize bir defa daha aşık etmek için son derece romantik bir akşam yemeği planlayabiliyorsunuz. Kafanızın içinde var olan bir süperbilgisayardan söz ediyoruz. Bu süperbilgisayar sizin bir parçanız ve vücudunuzla koordine bir şekilde çalışıyor. Kendi parçanızı yönetmek, onunla anlaşmak da çok çok kolay. Onu öyle iyi anlıyorsunuz ki; kafanızdan her saniye geçen binlerce kelimeyle, hatta bazen kelimelere gerek duymaksızın, görsellerle düşüncelerinizi çok kısa sürelerde tamamlayabiliyorsunuz.
Sizin parçanız olmayan herhangi biriyle veya bir şeyle anlaşmaksa daha zor, haliyle. Konuşursun, yazarsın, dövüşürsün, jest ve mimiklerinle görsel bir anlatım sergilersin… Ama bir insanla iletişim kurmanın yollarından en yaygını konuşmaktır herhalde. Yine de saniyede binlerce kelime kullanarak veya görselliği her anlamıyla, tam anlamıyla kullanmak mümkün olmaz konuşurken. Hatta öyle ki, sen ne kadar hızlı konuşursan konuş, ne kadar görkemli bir görsel anlatım sergilersen sergile, karşındakinin anlama yeteneğine göre daha da yavaşlaman gerekebilir. Böyle bir durum, beyinle olan iletişimden binlerce kat daha yavaş.
Örnekle açıklayayım: Sesli olarak “Yediyle üçü toplarsak on eder.” deyin. Daha bu cümleyi sesli okumaya karar verirken bile kafanızda bir yedi rakamıyla bir üç rakamı belirdi ve hemen sonrasında 10 sayısını gördünüz, yanlış mı? Cümleyi olabildiğince hızlı okuyun. Bir saniyenin biraz altında okuduğunuzu tahmin ediyorum, ben bir saniyeyi çok az geçtim. Peki beyninizde ne kadar sürdü o işlemi yapmak? Yirmide bir saniyeyi geçmemiştir. Kesin bir şekilde zaman tutamayız ama aradaki farkı düşündüğünüz zaman o farkın büyüklüğünü görebilirsiniz.
Bu durumda beyinle, daha doğrusu insanın kendisiyle olan iletişim şekli çok şahane ve çok güzel geliyor, değil mi? Öyle olsa gerek, hızın elzem özellikler arasına girdiği çağımızda insanın kendisiyle düşünce hızında iletişim kurması nasıl kötü olabilir ki?
Ben bir insanın konuşmasının iki aşamada gerçekleştiğine inanıyorum. Birinci aşamada kişi çok kısa bir sürede ne diyeceğini düşünür; ikinci aşamadaysa düşündükleri kafasında tekrar tekrar dönerken kişi konuşur. Söyleyeceklerini kafasında toparlamasından bahsetmedim; o, şu anda hesaba dahil etmediğim başka bir aşama olmalı. Yine de söyleyeceklerini toparlama eylemi de konuşmadan pek farklı olmasa gerek – tek farkı dışından değil, içinden söylüyorsun.
Benim son zamanlarda kendi kendime konuşmayı keşfetme nedenime geldik: Benim yaptığım şey kafamdan geçen binlerce kelimeyi ve onlarca görseli birkaç cümleye dökmek üzere kafamda toparlayıp, düşünmeye devam ederken toparladığım cümlelerimi sesli olarak ifade etmekten ibaret. İnsanın iletişim kurmasının bu şekilde daha da kolaylaştığına inanıyorum. Kafandan binlerce kelime geçse bile sen onların tamamını algılayacak kapasiteye sahip olduğundan emin misin? Ben değilim. Evet, demeye çalıştığım şey şu: Beynimiz tam kapasiteyle çalışırken biz o tam kapasiteyi algılayacak kadar güçlü değiliz. En azından ben değilim – yıllardır dönen “Beynimizin şu kadarını kullanabiliyormuşuz, Einstein bile yüzde bilmem kaçını kullanabiliyormuş.” geyiği de yalnız olmadığımı kanıtlıyor sanırım.
Hayatlarımızda, çoğumuzun yaşadığı bir sorunu ele alalım: Birine kendinizi beğendirmeye çalışıyorsunuz, o biri ise eylemlerinize biraz karmaşık karşılıklar vererek kafanızı karıştırıyor. Bu sorunu çözmek için beyninizle sessiz bir şekilde iletişim kurmaya kalkarsanız kafanızdan geçen yüzlerce fikir, onlarca sahne arasında kaybolur, birini seçerken diğer ihtimalleri unutursunuz. Bu aynı zamanda, seçtiğiniz fikir ve sahneleri ayrıntılı olarak işleme ihtimalinizi azaltır çünkü o fikir ve sahneleri seçtikten sonra beyninize düşüncenin tamamlandığı sinyalini gönderirsiniz. Tabii ki güçlü bir insansanız o fikir ve sahnelerin her muhtemel gelişmesini tek tek düşünmeniz de olasıdır.
Benim yaptığım, yani kendi kendime konuşmam, böyle bir durumda eşeği sağlam kazığa bağlamaya benziyor. Yani işimi garantiye alıyorum. Derdimi başka bir insana anlatıyormuşçasına tane tane anlatıyor, karşımdaki hayali insandan bir yanıt beklemeden (İşte o zaman deli diyebilirdiniz bana :).) “Ama yine de şöyle bir şey var…” diye devam ediyorum. Kendimle konuşmadan önceki düşüncelerim arasından seçtiğim fikir ve sahneleri, yine kendime anlatarak (ve aynı zamanda seçmediğim diğer fikir ve sahneleri de tekrar düşünerek) o fikir ve sahnelerin gelişmesi sırasında oluşacak sorun ve/veya güzellikleri yine anlatma fırsatım oluyor.
Bu eylemin bir yararı da şu: Normalde kafanızın içinde binlerce kelimeyle uğraşırken olumsuzlukları es geçmeyi çok daha kolay bulursunuz; yüksek ihtimalle gerçekleşecek zorlukları bile es geçer, onlara çözüm bulmamayı seçebilirsiniz. Sesli düşünmede bu olay büyük ölçüde yok oluyor. Kendinizle iletişim kurduğunuz için, bir arkadaşınızla dertleşiyor gibi olmanıza rağmen en yakın arkadaşınıza bile itiraf edemediğiniz sorunları çözmenize olanak tanıyor bu yöntem.
Bu anlattıklarımı daha iyi ve daha tarafsız bir biçimde değerlendirebilmek için lütfen yaşantınızdaki herhangi bir sorun için bu uygulamayı deneyin. Kimsenin hayatı sorunsuz değildir, elbette kısa veya uzun süre boyunca kafa yormanız gereken bir sorununuz mevcuttur. Kafa yorma işlemini bu sefer sesli olarak yapın. Başkasının önünde yapmayın tabii :). Tamamen yalnızken veya en azından kimsenin sizi duyamayacağı şekilde sorunlarınızı kendinizle paylaşmayı deneyin. İlk başta garipseyeceksiniz tabii, ben de garipsedim, ama sonrasında kendinize karşı ne kadar açık olabileceğinizi görüp şaşıracağınızdan şüpheniz olmasın.
Not: Arada sırada çok bilmiş gibi konuştuğumun farkındayım, bunun için özür dilerim.
Yorumlar kapalı.