Krishnamurti’yi biliyorum ama tanımıyorum; onu ilk defa görüyorum, sesini ilk defa duyuyorum. Şu videosuna rastladım:
En başta hoş bir tespit var:
Who are you? Is that an important question? Or would you say, ‘Who am I’ – not who you are, who am I? And if I tell you who I am, what does it matter. It would be out of curiosity, wouldn’t it? It is like reading a menu at the window, you have to go into the restaurant and eat food. But merely standing outside and reading the menu won’t satisfy your hunger. So, to tell you who I am is really quite meaningless.
Birinin kim olduğunu öğrenmek, restorandaki menüyü okumak gibidir diyor. Menüyü okuyunca yemeğin tadına varmazsınız; benzer şekilde birinin kim olduğunu öğrenince o kişiyi tanımazsınız.
Sonrasında çok daha derin, çok düşündürücü bir yorumu geliyor:
(…) are we not the result of a lot of imitations? The religions have said – they don’t use the word ‘imitate’ – but give yourself over, surrender yourself, follow me, I am this, I am that, worship. Right? All this is what you are. In school you imitate. Please. Acquiring knowledge is a form of imitation and of course there is the fashion – short dress, long dress, long hair, short hair, beard, no beard – imitate, imitate, imitate. And also we imitate inwardly, so we all know that.
Biz, diyor Jiddu amca, taklitlerimizin bir sonucuyuz. Anne babamızın, öğretmenlerimizin, sevdiklerimizin ve sevmediklerimizin özelliklerini taklit ede ede oluşturuyoruz kişiliğimizi, kimliğimizi. Edindiğimiz bilgilerin bile bir nevi taklit olduğunu anlatıyor.
En sonunda da bombayı patlatıyor:
But to find out who you are, who you are, not who the speaker is, is far more important, and to find out who you are you have to enquire. You are the story of mankind. If you really see that it gives you tremendous vitality, energy, beauty, love because it is no longer a small entity struggling in the corner of the earth. You are part of this whole humanity. It has a tremendous responsibility, vitality, beauty, love.
Her birimiz, insanlığın bugüne kadar gelen birer özetiyiz, o büyük hikâyenin kelimeleriyiz, cümleleriyiz. Yüz binlerce yıl birbirini taklit eden insanlar, birbirinden öğrendikleriyle kişiliklerini, kimliklerini geliştirdiler. O insanları da başkaları taklit etti, onları tanıyan insanlar yeni kimlikler, kişilikler inşa etti. Belki bütün insanların birer parçası var beynimizde.
Müthiş bir fikir ve (dediği gibi) insanı canlandırıyor, enerji veriyor, insanlığa karşı sorumluluğunu hissettiriyor.
İletişimin ışık hızına yaklaştığı bir teknolojiye, o teknolojiyle gelişen bir kültürümüz var. Sadece anne babamız, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız değil, tanımadığımız pek çok insanı görüyoruz, onlardan bir şeyler öğreniyoruz, menüyü okumakla kalmayıp bazılarını tanıyoruz. Siz bu yazıyı okurken benim Krishnamurti’den alıp size verdiğim bilgiyi ediniyorsunuz, belki benimsiyorsunuz.
İyilikten örnek, kötülükten ibret alıyoruz. Hep birlikte bu dünyada yaşıyor, kültürümüzü geliştiriyor, hikâyeye yeni kelimeler, cümleler ekliyoruz.