Nazım Hikmet ile “farkındalık” üzerine

Nazım Hikmet’in Uzak Doğu felsefesini Batı’dan daha iyi anladığını ve çok daha iyi anlattığını biliyor muydunuz? Anlatayım.

Farkındalık

“Yol” isimli bir kitap var. Chiristine Gross-Loh ve Michael Puett tarafından yazılmış, Çin felsefesi üzerine bir kitap bu. Harvard Üniversitesi’nde Çin felsefesi üzerine dersler veren Michael Puett’in çalışmalarının kitaplaştırılmış hali diyebiliriz.

220 sayfalık bu kitapta Çin felsefesinin en etkili fikirleri, son derece sade bir anlatımla yer alıyor. Anlatılanlar arasında ilişkilerle ritüellerin ilişkisi, etkili olmanın yolları, iyi bir yaşama sahip olmanın sırları gibi ilginç fikirler var.

Bu kitapta okuduğum bir şey beni şaşırtmıştı: Kökeni Uzak Doğu’ya dayanan ama bizim genellikle Batı’dan ithal edilen kişisel gelişim kitaplarında gördüğümüz “farkındalık” (“mindfulness”) mefhumunun aslında nasıl Batı tarafından çarpıtıldığını anlatıyor Yol kitabı. Çünkü Batı’nın “farkındalık” kavramında da, Uzak Doğu’daki “farkındalık” kavramında da kişi merkeze konurken bunu yapmanın amaçları farklı: Batı farkındalığı seni merkeze koyuyor çünkü sen odaktasın, sen önemlisin, sen merkezdesin ve bunun her daim farkında olmalısın; halbuki Uzak Doğu farkındalığı seni merkeze koyuyor çünkü sen uçsuz bucaksız bir evrenin içinde çalışıp işleyen sonsuz sayıdaki varlığın tam ortasında önemsiz bir zerresin, bu evrenin bir parçasısın ama yalnızca bir “parça”sın ve bunun her daim farkında olmalısın.

Nazım’a ne zaman geleceğim? Şimdi geleceğim.

Masalların Masalı

Su başında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.

Su başında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

***

Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek,
güneş kalacak;
sonra o da gidecek…

***

Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu.
Ben şiir yazıyorum,
Kedi uyukluyor,
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize.
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze…

Nazım Hikmet’in Uzak Doğu felsefesi yorumu

Şiiri üçe böldüm, Nazım abi affetsin, ondan izin alma fırsatım olmadı.

İlk bölümde, yaşadığı anı tanımlıyor. Meditasyona başlangıç tekniğidir bu aslında: Nerede olduğunu, ne yaptığını (evet, meditasyon hiçbir şey yapmıyorken yapılan bir şey olmak zorunda değildir), çevrendeki şeyleri, çevrendeki şeylerin seslerini, çevrendeki şeylerin hareketlerini, çevrendeki şeylere olan etkini fark edip kabul edersin ve kafanı boşaltma işlemine başlarsın. Nazım Hikmet de adım adım, tekrar üzerine tekrarla suyun kenarındaki çınara yaslandığını, yanındaki kediyi ve güneşi, sudan yansıyan ışığı tanımlıyor.

İkinci bölümde, kafamızda mükemmel bir biçimde canlandırabildiği bu harika anın geçiciliğinden dem vuruyor. Yalnızca güneş kalana kadar her şeyin öleceğini, sonra güneşin bile öleceğini öyle güzel anlatıyor ki, ilk defa her kelimesine dikkat ederek, şiirin manasına odaklanarak (birazdan dinleyeceğiniz Fazıl Say eserinde) dinlediğimde basbayağı ağlamıştım. Yaşadığımız an ne kadar güzel olursa olsun her şeyin geçici olduğu gerçeği, bana göre, insanı titreterek kendine getiren en etkili fikirlerden biri. Çünkü aynı fikir benzer şekilde şunu da söyleyebilir: Yaşadığımız an ne kadar kötü olursa olsun, o da geçecek. Sen öleceksin, şu evrende bir zerre olarak senden hiçbir şey kalmayacak, üstelik o evren bile ölecek, ondan bile bir şey kalmayacak. Bu coşku anında coşkuyu dindiren, bunalım anındaysa rahatlatan bir düşünce gibi geliyor bana.

Üçüncü bölümle ikinci bölüm birbiriyle çok sağlam bir bağa sahip: Su ölecek ama su şu anda serin, çınar ölecek ama çınar şu anda ulu, ben öleceğim ama ben şu an şiir yazıyorum, kedi ölecek ama kedi şu an uyukluyor, güneş ölecek ama güneş sıcak. Ve “Çok şükür yaşıyorum.” demiyor Nazım Hikmet, “Çok şükür yaşıyoruz.” diyor. Kediyi de, çınarı da, suyu da, güneşi de katarak o anı önemsiyor, kutsuyor, o anın güzelliğinin farkına varıyor.

Nazım’ı, Batı farkındalığından ayırıp Uzak Doğu farkındalığıyla kesiştiren aslında ikinci bölüm, belki bir de üçüncü bölüm. Batı farkındalığı ilk bölümdeki tanımı önemsiyor, yüzeyde kalıyor. Uzak Doğu farkındalığı ikinci ve üçüncü bölümü de hatırlıyor, biliyor, onlara da dikkat ediyor ve onlara da dikkat çekiyor.

Sonuç

Şart değil, ama şiiri tekrar okuyun ve okurken Fazıl Say ve Serenad Bağcan’ın bu şiiri ne kadar güzel yorumladıklarını da dinleyin.

Nazım Hikmet’in şiiri de, benim bu yazım da, Fazıl Say ve Serenad Bağcan’ın 9 küsur dakikalık eseri de, Nazım Hikmet’in yalnızca birkaç saniyesini anlatıyor. Birkaç saniyeyi sadece birkaç dakikaya değil, sonsuza kadar yayabilir ve o birkaç saniyenin içinde yaşayabiliriz; zira bu sonsuz evrenin sonsuz yapıtaşlarından bir zerreden ibaretiz ve bu yüzden her saniyemizi sonsuza yayarcasına yaşayabilmeyi denemeliyiz.

Yorumlarınızı bekliyorum. Sevgiler.

Barış Ünver
07 Ocak 2018

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.