Umarım doğru bir keşif yapmışımdır ve hatta bu keşfi ilk ben yapıyorumdur.
Dün başıma ilginç bir şey geldi. 7 saat boyunca Tunalı Hilmi Caddesi‘nde oradan oraya yürüyerek bir teknoloji firmasının reklamını yaptıktan sonra eve pestilim çıkmış bir biçimde döndüm. Eve döndükten sonra da normalde kanımı beynime sıçratabilecek iki olay yaşadım. Ama kan beynime sıçramadı. Yorgunluğum bana ilginç bir dinginlik kazandırmıştı ve iki durumu da olması gerekenden çok daha sakin bir şekilde yaşamış oldum.
Sonra bu dingin halimi fark edip, yorgun değil de dinç bir durumda olsaydım olayları nasıl ele alırdım diye düşündüm. Gözümün önüne klavyeye vururcasına yazı yazışlarım, telefonda bağıra çağıra karşımdakinin hatasını yüzüne vuruşum geldi.
Gerçekten de bana yapılan haksızlıklar karşısında çoğu zaman mantığı ve olumlu düşünceyi bir kenara bırakıp gelişine sallıyorum. Karşımdakini tanımam veya tanımamam önemli olmuyor; anneme veya babaanneme bile sesimi yükselttiğim oluyor. Sonradan pişman oluyorum olmasına ama öfkemi genellikle kontrol edemeyişim, bana zarar veriyor.
Araya ufak bir anı daha sokuşturayım: Geçen gün izlediğim, Heroes dizisinin bir bölümünde dizinin karakterlerinden Mohinder Suresh, karşılaştığı sorununun (Diziyi izlemeyenlere kötülük etmemek için genel ifadeler kullanıyorum, kusura bakmayın.) çözümünü insanın kanında değil de adrenalininde araması gerektiğini fark ediyor. Normalde dizilerden, hele hele bilimkurgu dizilerinden, hele hele “saçma ama eğlenceli” şeklinde tanımlanabilecek bilimkurgu dizilerinden ders çıkarmak normal bir davranış değildir ama o sahnedeki “Sorunlarının çözümünü tek bir yerde arama.” fikrini bir şekilde benimsemişim ki, yukarıda bahsettiğim olayı yaşadıktan sonra asabiyet sorunumu, gün içerisinde sahip olduğum enerjiyi (veya diğer adıyla “takati”) kontrol ederek çözebileceğimi düşündüm.
Bugün de, dün oluşturduğum bu fikri aklımda tutarak kendimi izledim. Şansıma öğle saatlerinde, yine normalde kontrolümü kaybedip yanlış sözler sarf edebileceğim “bol elektrikli” türden bir olay yaşadım. Öfkemi ne zaman kontrol etmeye çalışsam kafamdaki telkin cümlesi “Sakın öfkelenme, sakin ol!” olurken bu sefer “Enerjini boşa harcama.” oldu ve ne oldu biliyor musunuz? Hiçbir şey olmadı! Daha doğrusu enerjimi (ve dolayısıyla, öfkemi) kontrol etmeyi başardım!
Aslında buna benzer bir fikri zaten kullanıyordum. Gerçek hayatta olmasa da yazışmaların çoğunlukta olduğu internette, mantra-vari bir telkinim var: “Değmez.” Bu fikre göre örneğin hararetli e-posta yazışmalarında veya Beyn’e gelen hakaret, alay vb. içerikli yorumlarda öfkelenmemeyi, rahat rahat yanıt yazmayı alışkanlık haline getirdim sayılır. Özellikle Beyn’deki siyasi içerikli yazılarıma yazılan kötü niyetli yorumların hangisinde gerçek bir eleştiri var, hangisi yalnızca görüşlerime aykırı görüşleri olduğu için öfkelenip yazmış, hangisi yalnızca internet ortamında yaratılan yapay gerginlik ortamındaki olumsuz duygulardan haz alıyor, görebiliyorum.
En yakın örnek, az önce yanıtladığım yorumlar. Yazdığım siyasi içerikli yazılara aynı rumuzla girilen yorumlardan yola çıkarak bu arkadaşın amacının yalnızca beni kışkırtmaya çalışmak ve benim vereceğim “Sen kimsin be?! Ne demek şimdi çocuk ürünleri, ben çocuk muyum ha?! Salak!” gibisinden yanıtlardan haz almak olduğunun bilincindeyim.
Elbette ki yanıt yazmam bile bu arkadaşın tuzağına kısmen de olsa düştüğüm anlamına geliyor ve bir anlamda benim “Değmez.” mantrasını tam olarak benimseyemediğimi de gösteriyor ama geliştiriyorum kendimi. Yine de Beyn’e gelen yorumlar ve sosyal paylaşım sitelerinde katılmadığım ama izlediğim hararetli tartışmalardan (ki aşağı yukarı hepsi incir çekirdeğini doldurmayacak ve sonucu kimseye fayda sağlamayacak konulardan çıkıyor) edindiğim izlenimler, bu fikri de geliştirmeme yardım ediyor.
Neyse, azıcık dağıttım konuyu. Bu “enerjiyi kontrol etme” fikrini aklımda tutup bir süre daha uygulamayı deneyeceğim. Eğer başarılı olursam zaten uygulamaya alışır ve belki asabiyet sorunumu çözmüş olurum.
Yorumlar kapalı.