Kurbağanın sindirim sistemi, Mercidabık Savaşı’nın sebepleri ve parabolle doğrunun kesişim noktalarını bulma formülü gerçek hayatta karşımıza çıkabilir, itiraz etmiyorum. Ama bu konuları milyonlarca çocuğa anlatırken hayatın gerçeklerini saklamak çok net saçmalık.
Geçen gün bu konuda güzel bir görsele denk geldim. Yalan olmasın, dandik bir Instagram hesabında gördüm ama çok hoşuma gitti:

Katılmakla kalmıyorum, arttırıyorum: Bu 12 konunun üstüne söyleyeceklerim var. Önce görseldekileri işleyelim:
Vergi yönetimi
En başa koymaya gerek olmayabilir ama vergi yönetimi, Türkiye şartlarında elzem diyebileceğimiz bir konu bence. Mesela milyar lira ciro yapan bir şirketin sıfır matrah gösterebilmesindeki mantığı anlamak gerekiyor. Onu geçtim, insanlar brüt maaşlarından kesilen vergileri öğrenebilse…
Vergilerimizin nerelere harcandığını öğrenen, vergisini hesaplayıp ödemeyi bilen birisi, her şeyden önce toplumdaki yerini daha iyi anlar ve haklarını daha iyi savunur. Bugünün hükümeti belli ki bunu istemiyor (yoksa toplumu bilinçlendirirlerdi) ama sonraki hükümetler bunu düşünmek zorundalar.
Programlama
Baştan söyleyeyim, EVET YAPAY ZEKÂ DA MÜFREDATA GİRMELİ. Mutlu musunuz? Programlama, kodlamayı ve yapay zekâyı yönlendirmeyi de içine alan bir öğretidir. Belki en önemli parçası algoritma tasarımıdır: Programın girdisini, programın çıktısına dönüştüren adımlar algoritmayı oluşturur ve bu adımları tasarlamak yalnız bilgisayar bilimlerinde değil, hayatın genelinde de HERKESİN işine yarar.
Programlamanın mantığını ve felsefesini kavramak, bir çocuğu hayata hazırlamanın en garantili yollarından biridir. İtiraz edenle sabaha kadar tartışırım. Keşke aynı şeyleri tartışacak insanlar ülkenin milli eğitimini şekillendirse.
Yemek yapma ve sağlıklı beslenme
İlkokulda bir sene, ortaokulda bir sene, lisede bir sene yemek yapma dersleri verilse, bu memleket ekonomik açıdan çağ atlar. Abartıyor muyum? Gidin liseli ergenlere hamburgerin maliyetini sorun, ortaokullu çocuklara yeşil yapraklı sebzelerin faydalarını sorun, ilkokullu bebeleri rahat bırakın, demek istediğimi anlarsınız.
Uygun fiyata sağlıklı beslenmeyi beceren bir toplum (kabul ediyorum, dünyada öyle bir toplum yok) hem dışarıda para yakmadığı için, hem de sağlıksız beslenerek sağlık sistemini meşgul etmediği için ülkenin ekonomisine çağ atlatır. Ve bu fikri çocuklara aşılayıp bilinçli yetişkinlere dönüştürmek millet meselesidir.
Sigortalar
İtiraf ediyorum, bana da gereksiz geldi bu konu. Yine de düşününce önemini kavrayabiliyorum: Sigorta sisteminin nasıl çalıştığını ve ne işe yaradığını, neden gerekli olduğunu öğrenmek belki vergi sistemini öğrenmek kadar önemli. Sadece sosyal güvenlik sistemini değil, tamamlayıcı sağlık sigortasını, kaskoyu, doğal afet sigortalarını vb. biz çok önemsemiyoruz ancak ABD ve Avrupa ülkelerinin vatandaşları bu konularda bizden daha şuur sahibi.
Risk yönetimini de içeren sigorta derslerini lisede gören bireyler, hiç değilse hayatta karşılaşacağı ve önlem alması gereken risklere karşı bilinçlenir. Gerçi yine aynı yere dönüyoruz: Bugünkü hükümet bilinçli bir toplum istiyor mu?
Ev tamiratı
Bakın bu çok basit, üstelik her yaşta farklı seviyelerde öğretilebilir: İlkokuldaki çocuğa boya yapmayı, ortaokuldaki çocuğa söküğünü dikmeyi, lisedeki çocuğa priz değiştirmeyi öğretebilirsin. Riskli mi geldi? Doğru öğretirsen o riski de öğretirsin zaten.
Bugün ben lehim yapmayı bilmiyorsam bu benim eksiğim olduğu kadar eğitim sisteminin de eksiği. Onun yerine “Ev Ekonomisi” dersinde batik yapmayı, cam boyamayı öğrettiler bana. Yahu çivi çakmayı öğretsene, silikon sıkmayı öğretsene, kapı kilidi değiştirmeyi öğretsene!
Öz savunma
İşte buyrun size liseli ergenlerin enerjisini atabileceği bir ders önerisi. Üstelik faydası da var: Bir saldırganı etkisiz hâle getirmeyi öğrenmek, fiziksel hatta cinsel taciz girişimlerini savuşturmak kadar “hayatî önem” tanımına uygun bir ders olamaz.
Ha, şunu kabul ederim: Saldırgana karşı koymayı öğrenen birisi, kendi saldırganlığını kontrol etmeyi öğrenememişse toplumdaki şiddet eğilimi de güçlenebilir (gerçi o eğilim daha ne kadar güçlenebilir bilmiyorum). Bu konuda aynı öğrenciler stres yönetimini ve öfke kontrolünü de bilmeli—zaten o da yazının devamında.
Hayatta kalma
Ülkeyi körü körüne karalamaya kategorik olarak karşıyım (şurada uzun uzun yardırmıştım) ancak şu da bir gerçek ki, devletimizi yöneten hükümet insan hayatına pek değer vermiyor. Deprem, yangın, sel gibi doğal afetlerle düzenli olarak öldüğümüz yetmiyor; denetim ihmalleri yüzünden elektrik akımına kapılabiliyor, kanalizasyon çukuruna düşebiliyor veya kaçırılıp soyulduktan sonra ormanda dımdızlak kalabiliyoruz.
Hayatımızdaki risklerin farkında olup, bu riskleri elemek adına öğrenmemiz gereken şeyleri lise veya ortaokulda öğrenebilmeliyiz. Hiç değilse doğal afetlerde yapmamız gerekenleri bilelim, yalvarıyorum. Yılda bir yapılan, öğrencilerin zerre ciddiye almadığı doğal afet tatbikatlarından bahsetmiyorum, o saçmalıkların devam ettiğinin farkındayım. Benim istediğim, çocukların bir doğal afet sırasında gerçekten ne yapmaları gerektiğini öğrenmeleri.
Görgü kuralları
Ne kadar bencil insanlar olduk, farkında mısınız? Ülkeden değil, bütün dünyada her nesil, bir önceki nesilden daha fazla kendini düşünüyor, yaşadığı toplumu giderek daha az önemsiyor. Benim de dahil olduğum Y kuşağı, X kuşağından daha bireyci. Z kuşağı, Y kuşağından daha benmerkezci. Alfa kuşağı, Z kuşağından daha egoist. Toplumu düşünen kalmadı; dernekleri, siyasi partileri eleştirenler iş aksiyon almaya gelince “Bana ne?” diyor.
Çünkü kimse çocuklara toplumdaki rolünü öğretmiyor. Birlikte yaşamanın önemini, gerekliliğini kimse umursamıyor (24 saat internete bağlı, sanaldan sosyalleşen toplumlara dönüştüğümüz için). Belki 12 yıllık kesintisiz eğitim döneminin tamamında, okumayı öğrendikten sonra üniversite sınavına girene kadar her yıl hatırlatılması gerekiyor görgü kurallarının, toplum bilincinin. “Vatandaşlık” dersinin bile kaldırıldığı bir eğitim sisteminde bunu yapmak tek başına devrim yaratır.
Kişisel finans yönetimi
Bizimki gibi “gelişmekte olan” (aslında “toparlayamayan”) ekonomilerde maalesef her vatandaş kendi cüzdanından asılıyor. Ve bu gerçeği bilmemize rağmen, kişisel finans yönetimi adına kendimizi neredeyse hiç geliştirmiyoruz. Bütçeleme nedir, paranın değerini nasıl koruruz, kredi kartları nasıl işler… Bunları öğrenmemiz lazım.
İlkokulda para biriktirmeyi öğretsek yeter, kumbara falan. Ortaokulda döviz, hisse, faiz (veya eş anlamlısı olan “kâr payı”) gibi dört işlem gerektiren şeyler öğretilebilir. Liseye geçince de bireysel emeklilik sistemini, sepet yapma mantığını ve bunlar gibi kafa yoran şeyleri öğretebiliriz.
Her şeyi geçtim, parayı dövize çevirerek birikimin değerini koruyamayacağını öğretsek, o bile başlangıç için yeter. Şaka şaka yetmez.
Topluluk önünde konuşma
İlk bakışta pek gerekli gibi görünmüyor ama topluluk önünde konuşmanın insana getirdiği birden fazla beceri var. Her şeyden önce, medeni cesareti arttırmanın (ve dolayısıyla kaygıyı azaltmanın) garantili bir yöntemi. İkincisi, bir kişi yerine bir gruba hitap etmenin gerektirdiği sosyal zekâyı geliştiriyor. Bir diğer faydası da, liderlik ve iletişim becerilerini geliştirdiği için öğrencinin kariyer plânını da olumlu yönde değiştirebilir.
İlkokul müsamerelerinde bunu kısmen yapıyorduk. Ama asıl faydayı liseli ergenler görecektir diye düşünüyorum. İsteyen stand-up yapsa, isteyen toplumsal bir konuda sunum yapsa, isteyen sadece şiir falan okusa, hiç değilse kendinden daha emin nesiller yetiştiririz.
Araç bakımı
Araç almak da zorlaştı gerçi… ama araç bakımını okulda öğretmek, ders çalışmayan çocuklarını sanayiye vermek isteyen salak babalara bir alternatif fikir olur. Olmaz mı? Olmayabilir. Amaaan.
Stres yönetimi
İçine öfke kontrolünü de katarsak, Türkiye’nin (ve hatta dünyanın) en önemli eğitim konusu bu olabilir. Maalesef dünyanın en duygusal toplumları arasındayız ve olumlu duyguları da, olumsuz duyguları da dibine kadar yaşıyoruz. Böyle olunca toplumcak (“toplumcak”?) öfke, stres gibi konularda da hiç iyi bir yerde değiliz.
Biz böyleysek, çocukken bize duygularımızı yönetmeyi öğretmedikleri içindir. Bunu her anne-baba beceremez çünkü onların da anne-babaları becerememiş olabilir. Demek ki bu konu, eğitim sisteminin ilgilenmesi gereken bir konudur. “Herkesi ponçikleştirelim” demiyorum; herkesin kaygısını, heyecanını, öfkesini sağlıklı yollardan ifade etmeyi öğrenmesi gerekiyor diyorum. Ne kadar erken öğrenirsek o kadar iyi.
Benim aklıma gelenler
Bu dersler yeterli mi? Büyük ölçüde yeterli. Bence birkaç ders daha eklenebilir.
Yazma becerileri
Biraz kişisel olacak ama yalnız olmadığımı da biliyorum: Yazmayı öğrenmek, insanın hayatını değiştiren bir şey. İnsan yazarak kendisini hem daha uzaktan görebiliyor, hem de daha yakından tanıyabiliyor. Konuşmak için düşüncelerimizi yavaşlattığımız gibi, yazmak için de aynı şeyi yapmamız gerekiyor, üstelik aynı şeyi tekrar tekrar ve daha da yavaş düşünme fırsatımız oluyor.
Yazabildiğini düşünen çok insan tanıdım, yazabildiğini düşünüp yazamadığını gören daha az insan tanıdım, yazamadığını görüp yazma becerilerini geliştiren çok az insan tanıdım. Yazabilen daha fazla insana ihtiyacımız var ve Türkçe derslerindeki kompozisyon ödevleri bunun için yeterli değil. Herkese ama herkese duygularını, düşüncelerini yazarak ifade etmeyi öğretmeliyiz.
Hayvan sevgisi
Hayvan sevmeyen insanlara istesem de saygı duyamıyorum. Korkmak başka şey, sevmemek bambaşka şey: Balığı bile sevmeyen, istemeyen kötü insanlar var bu dünyada. Elbette geçmişte yaşadığı travmalar olabilir bu insanların; yine de bu, o insanlara hayvan sevgisini aşılamaya engel değil. Başıboş köpeklerden, vahşi hayvanlardan zarar görenler bile (aklı başındaysa) gördüğü zararı tüm hayvanlar alemine genellemiyorsa, eğitimle herkese hayvan sevgisini aşılayabileceğimizi düşünebiliriz.
Bu güzel ülke dış dünyada “kedi cenneti” olarak biliniyor; en büyük şehirlerden en küçük köylere kadar kedilerle en fazla iç içe yaşayan ülkelerden biriyiz. Kedilere gösterdiğimiz şefkati diğer hayvanlardan esirgemediğimiz de bir gerçek. Tek ihtiyacımız olan, hayvanlara nefret duyan kesimin neden var olduğunu anlamak, saldırılara karşı insanın güvenliğini sağlarken hayvanlara olan sevginin de zedelenmemesi için eğitimi kullanmak. Eğitim sistemimize bunun dersini koysak, herhalde geçmesi en kolay ve en eğlenceli ders olur: Kedi seveceğiz, köpek seveceğiz, kuş seveceğiz, dersi geçeceğiz.
Toplum ve topluluk bilinci
Yukarıda (görgü kurallarından bahsederken) ne kadar bencil bir dünyaya döndüğümüzü anlatmıştım. Dernekleri, siyasi partileri örnek vermiştim. Şirketler az insanla yürür ama az parayla batar; STK’lar da az parayla yürür ama az insanla batar. Topluluk ve toplum bilinci de, sivil toplum kuruluşlarının en küçüğünden en büyüğüne destek vermekle güçlenir.
Ailemizi iyileştirmenin yolu iyi bir kardeş/evlat/eş olmaktan, mahallemizi iyileştirmenin yolu iyi bir komşu olmaktan, şehrimizi ve ülkemizi iyileştirmenin yolu iyi bir vatandaş olmaktan, dünyamızı iyileştirmenin yolu iyi bir insan olmaktan geçiyor. Bizim nesiller bu dediklerimin çoğunda sınıfta kaldığı için, yine eğitim sistemini geliştirmemiz gerekiyor.
Sizin aklınıza gelenler?
Tahminimden çok da uzun bir yazı oldu. Görseldeki her derse birer-ikişer cümle yazacaktım, ikişer-üçer paragraf yazdım. Sonra aklıma başka dersler de geldi, onları da yazdım. Yeterince uzattığımı düşünüyorum.
Ama daha da uzatabiliriz. Sizin de aklınıza gelen dersler varsa, siz de yazabilirsiniz. Sevgiler.