Tepkisizlik adlı yazım da tepkisizliğe kurban gitti, beklediğimden çok daha az tepki geldi. Bu sefer kocaman bir alıntı yapacağım. Alıntı yapacağım şey, Hulki Cevizoğlu‘nun 1919’un Şifresi adlı kitabının 92. sayfasında bulunan bir Kurtuluş Savaşı (öncesi ve sırası) eylemleri listesi. Vurgulamalarına da dokunmadan, aynen yazıyorum, buyrun:
Türkiye’nin işgaline karşı sessiz kalmayan halk, üzerindeki ölü toprağını atarak mitinglere koşuyordu. İngilizler bu mitinglere de engel olmak isterken, Mustafa Kemal, “Mitingler men edilemez” açıklamasını yaptı. İşgale karşı düzenlenen miting ve gösteriler durmaksızın devam etti. İşgal sürecinde düzenlenen mitinglerin (açık hava toplantılarının) en önemlileri tarih sırasına göre şöyleydi:
09 Mart 1919’da Edremit;
25 Nisan 1919’da Beyazıt ve Beşiktaş;
15 Mayıs 1919’da İzmir ve Denizli;
16 Mayıs 1919’da Denizli, Tavas, Bayramiç ve Seydişehir;
17 Mayıs 1919’da Giresun, Kandıra, Çal, Eskişehir, Kütahya;
18 Mayıs 1919’da Bursa, Tire, Havza, Erzurum, İstanbul;
19 Mayıs 1919’da Fatih (Yaklaşık 75 bin kişi ile);
20 Mayıs 1919’da Üsküdar (Yaklaşık 30 bin kişi ile);
22 Mayıs 1919’da Kadıköy (Yaklaşık 30 bin kişi ile) ve İzmit;
23 Mayıs 1919’da Sultanahmet (Yaklaşık 200 bin kişi ile) ve Sivas;
25 Mayıs 1919’da Bayburt, Kiğı, Hınıs ve Patnos;
26 Mayıs 1919’da Ankara; ve
31 Mayıs 1919’da ikinci kez Sultanahmet mitingi (Yaklaşık 100 bin kişi ile).
O zamanki nüfusun aşağı yukarı 20 milyon olduğunu biliyoruz. 200 bine varan katılımlar o zamana göre muhteşem bir katılım. Bu zamanı düşünürsek 70 milyonluk Türkiye’mizin üç büyük ilde ortalama 1 milyon kişilik mitingleri ise, orantıladığımızda benzer ve yeterli bir katılım.
Ama teoride yeterli. İletişim ve ulaşım şu anda çok daha gelişmiş. 23 Mayıs 1919’da yapılan Sultanahmet mitingini o günlerde Van‘daki bir vatandaş bilemeyecekken geçen yıl yapılan mitinglere Almanya‘daki gurbetçiler bile geldi. Bu durumda hakkında gururlandığımız (ve gururla anacağımız) 2007 mitinglerine ancak yetersiz tepki sıfatı verilebilir. Sakın o kalabalığı küçümsediğim düşünülmesin, o kadar insanı küçümsüyor olsaydım Tandoğan mitinginde ben de yer almış olmazdım, ama yeterli değil.
Hoş, iletişimin (ve dolayısıyla istihbaratın) gelişmesi her iki tarafa da yaramış olmalı ki günümüzde yapılan işgaller gerçekten zararsızmış gibi görünüyor ve gösterilmeye devam ediliyor. Bir yazıma gelen yorumlar gerçekten korkutucuydu: PKK‘nın arkasında Amerika‘nın olduğunu bilmesine rağmen 1. Dünya Savaşı sonrası işgalleriyle günümüz işgallerinin örtüşmediğini iddia eden yorumculara yanıt bile verememiştim. Tabii ki tam olarak örtüşmesi mümkün değil, dediğim gibi, gelişen teknolojiyle yapılan propaganda ve reklamlar çok daha etkili hale geldi. İnternetten okunabilecek basit reklamcılık teknikleriyle örneğin Condoleezza Rice‘ın Türkiye dahil tüm Orta Doğu‘yu böleceklerini müjdeleyişi bile yer bulmadı veya geçiştirildi, örtbas edildi. Bunun gibi birçok söz (İki örneği: “Biz BOP’un eşbaşkanlarından biriyiz, ve bu görevi yapıyoruz.” – Recep Tayyip Erdoğan, “Haçlı Savaşı başlamıştır. Bu savaş uzun sürecektir.” – George W. Bush Jr.) kolayca anlaşılabilecek anlamlarından sıyırıldı, farklı anlamlar yüklendi, bir-iki icraat ile geçti gitti.
Yetersiz tepki‘ye gelelim. Öyle bir mitinge ihtiyacımız var ki; yalnızca slogan atmayan, gerekirse meclise kadar yürüyüp orada tüm milletvekillerini (Tekrarlıyorum: tüm milletvekillerini!) aşağıya çağıracak bir kalabalığın mitingi olmalı. Bu kalabalık 300 bin olur, 500 bin olur, 5 milyon olur… Orası önemli değil. Etkiyi bırakacak olan rakamlar değil, eylemlerin kendisi olacak.
1919’dan itibaren Türk halkı, Atatürk‘ün önderliğinde ülkeyi küllerinden doğururken “200 bin kişi toplanmıştık Sultanahmet’te!” dememişlerdi. O zamanlar Türkiye alenen işgal ediliyordu ve buna dur demek için kanlarıyla, terleriyle, gözyaşlarıyla savunduk ülkemizi. Şu anda açık bir işgal söz konusu değil, saman altından yürütülüyor ülkemiz. Yine de benzer bir tepki koymak, ileride yazılacak tarih kitaplarında Kurtuluş Savaşı kadar olmasa da yine önemli bir bağımsızlaşma hikayesi olarak anlatılacaktır – tabii yeterli tepkiyi koyup da ülkemizi kurtarabilirsek.
Ama böyle giderse kurtaramayacağız. “böyle giderse”den kastım, ufacık ayrıntılara takılıp kalmamız. 20. yüzyıl başlarında ne şu anki kadar keskin bir sağ-sol ayrımı vardı, ne din kullanılarak halkın görüş açısı daraltıldı, ne de partiler vardı. Kimse ufak ayrıntılara takılmıyordu ve herkes resme uzaktan bakıp da yanlışları net bir şekilde görebiliyordu. Aynı görüşü savunan kimse diğerini “Sen diğer partidensin!” diye başından savmadı; kimse diğerini inançlarına bakıp hor görmedi*… Lütfen uzaktan bakmayı deneyin: Ülkenin çoğunluğu gidişattan hiçbir şekilde memnun değil ama AKP‘li olan CHP‘liden tiksiniyor, CHP‘li olan AKP‘li görünce öğürüyor, MHP‘li olan SHP‘liden iğreniyor, HYP‘li olan TKP‘liye karşı mesafeli davranıyor**… Hal böyle olunca aynı görüşler bile birleşemiyor!
Başımızdakiler (hepsi, tüm meclis) bu tepkisizlikten, bu koyunluktan son derece memnun. Çekindikleri şey uykudan uyanıp, uyku mahmurluğuyla bir kaos ortamı oluşturmamız, ama korktukları şey afyonumuzun patlaması ve BİRLİK OLMAMIZ. Birlik olduğumuzda, karşılarında gördükleri on milyonlardan oluşan kalabalığın neler yapabileceğini onlar da biliyorlar ve sırf bu yüzden profesyonel drama oyuncuları gibi ufak ayrıntılarla kafamızı bulandırıp, ülkemizi içten bölüyorlar.
Konu hakkında uzattıkça uzatıyorum, farkındayım. Ama tepkisizlik konusu günümüzde hakkında kitap yazılacak raddeye, günlerce konuşulacak boyuta geldi. Ülkesinin düştüğü bu gülünç durumlara karşı tepkisiz kalmaya devam edecek halkın, hakları elinden alınınca başvuracağı kimsenin ve hatta başını vuracağı hiçbir şeyin kalmadığını görmek, umarım ne bize, ne bizden gelecekteki Türk halkına nasip olmaz.
*: Türban konulu ufacık ayrıntı konusunda kafa karışıklığımı gideren ve türbanlı nefretimden kurtulmamı sağlayan değerli yorumcum Erkal Şekerzade‘ye burada bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
**: Yaptığım genellemelerin yanlış olduğundan eminim ama görünen kısmın böyle olduğu da su götürmez bir gerçek, lütfen.
Yorumlar kapalı.