Üçüncü duruşmam için hazırladığım savunma

Bu yazı, davamın, 14 Şubat 2012 tarihinde girdiğim duruşmasında verdiğim veremediğim yazılı savunmadır. (Bu yazıyı saat 18.00’de otomatik olarak yayınlatmıştım ancak duruşmada bu yazılı savunmayı vermeme veya sesli okumama gerek kalmadı. Beraat ettim! En kısa zamanda beraatle ilgili bir yazı da yazacağım.)


Sayın Hâkim;

Adım Barış Ünver. 23 yaşında bir öğrenciyim. Ankara’da yaşıyorum. Bir de 6 yıldır internette, Beyn isimli blogumda (beyn.org) yazıyorum. Yazdığım 3500’e yakın yazının büyük çoğunluğunu, hayatımı arşivler gibi, her gün düzenli olarak yazdığım “gün özetleri” oluşturuyor. Bunun haricinde bilgisayarda yaptıklarım hakkında, internette gördüklerim hakkında, günlük hayatta yaşadıklarım hakkında yazılar yazıyorum, yorumlar yapıyorum.

Hakkında yorum yaptığım konulardan biri, siyaset. Gündemdeki konular ve siyasetteki genel kavramlar hakkında, aklım yettiğince bir şeyler yazmaya çalışıyorum çünkü hem bu konuda kendimi yetiştirmek, hem de bu konuda biraz fikir yürüterek, birkaç binden ibaret olan okur kitlemle bu konuları tartışmak istiyorum.

Sanırım okur kitlemin içerisinde Recep Tayyip Erdoğan da varmış. Hiç değilse bir yazımı okumuş olmalı ki, yazıyı kendisine hakaret olarak algılayıp, hakkımda önce bir soruşturma, sonra da 2 yıl hapis istemiyle bir ceza davası açtıracak olan dilekçenin altına imzasını atmış.

Hâlbuki yazdığım yazıda kullandığım ve kendisinin “alındığı” cümle, miting meydanlarında kendisinin kullandığı ve yazının içerisinde de “Eğer kendisi bu cümleyi kullanıyorsa, sanırım ben de kullanabilirim.” diyerek kullandığım bir cümleydi. Deliller arasındaki yazımı okuyun; aynen böyle yazmıştım. Bir başka deyişle kendi kullandığı sözü, yazdığım yazıyla kendisine iade etmiştim. Dava konusu olan cümle, Başbakan’ın bizzat kendi ağzından çıkan bir cümlenin aynısıdır.

Zaten anonim olarak yazmıyorum. İnternette biraz araştırıldığında kişisel cep telefonu numarama da, e-posta adresime de, ev adresime de ulaşılabiliyor. Başbakan bu yollardan biriyle bana ulaşıp benden hesap sormuş olsaydı, kendisine yazıda yaptığım eleştirilerin hakaret niteliği taşımadığını anlatma fırsatım olabilirdi ve hatta -daha önce hakkında yazdığım ve bana ulaşan kişilere yaptığım gibi- yazıyı hem kendisine, hem kendime uygun şekilde düzenleyerek anlaşmazlığı ortadan kaldırabilirdim.

Ama Başbakan dava açmayı çok seviyor. Şimdiye kadar Başbakanlık makamına oturmuş kişilerin hiçbiri kadar anlayışlı değil; eski Başbakanlar bu tür durumlarda yazarla iletişime geçmeyi ilke edinmişken Sayın Erdoğan, yazarı hapse attırmaya çalışmayı veya yazardan tazminat istemeyi tercih ediyor. Özgürlüklerden bahsetmeyi çok seven Başbakan’ın bana direkt olarak ulaşma imkânı varken dava açması, bana hiç anlamlı gelmiyor.

Bir de şu var: Ben ne bir siyasetçiyim, ne bir gazeteciyim, ne de toplumda etkisi olan ünlü insanlardan biriyim. Günlük ortalama 1000 ziyaretçisi olan bir blogun sahibi olan bir öğrenciyim. Anlayacağınız, yalnızım. Hayatımda ilk defa bir mahkeme salonuna girmek, girdiğim salondaki davanın sanığı olmak, sanığı olduğum davada hapsimin istenmesi ve hapsimi isteyen kişinin, ülkenin en güçlü insanlarından biri olması yüzünden, biraz komik bir ifade olacak ama araba farı görmüş tavşan gibi donakaldım. “Başbakan bile kullandığına göre rahatlıkla yazabilirim.” deyip kullandığım bir cümlenin bana böylesine korkutucu bir tecrübe yaşattığına inanmakta hala güçlük çekiyorum.

Yazının yanlış anlaşılmış olmasına duyduğum üzüntü ve şaşkınlığın yanında, yazdıklarımın suç unsuru teşkil ettiğini düşünmüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşı eşitse ve bu eşitlik ilkesi Anayasa’da da yer alıyorsa, Başbakan söylediğinde suç sayılmayan bir sözün ben söylediğimde suç sayılması gibi bir durum hukuka da, mantığa da aykırıdır diye düşünüyorum. Yazdığım cümleler içerisinde ne Başbakanlık makamına, ne de Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına, ne de herhangi başka bir kişiye veya kuruma bir hakaret kastı söz konusu değildir.

Davanın ikinci duruşmasında verdiğim yazılı ifademde “eleştiri” kavramını anlatıp, sözlerimin “hakaret” değil de “eleştiri” maksadıyla algılanması gerektiğini, niyetimin “eleştirmek” olduğunu yazmıştım. Bu dikkate alınmasa bile, dava dosyasına ilk duruşmada vermiş olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi emsal kararlarının dikkate alınması, adaletin tecellisi açısından elzemdir.

Sayın Hâkim;

Bir tarafta bir üniversite öğrencisi, diğer tarafta ülkenin Başbakanı var. Başbakan bir cümle kuruyor ve öğrenci de bu cümleyi kendisine karşı kullanıyor. Başbakan o sözüyle hakaret etmiyor ancak aynı cümle kendisine yöneltilince bunu hakaret sayıyor, öğrenciye hapis istemiyle dava açıyor. Olayın özeti budur. Beklentim, böyle bir olay karşısında verilebilecek tek mantıklı kararı vermeniz ve eşitliği, dengeyi, adaleti sağlamanızdır.

Sevgi ve saygılarımla,
Barış Ünver

Barış Ünver
14 Şubat 2012

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

Yorumlar kapalı.