Not: Bu yazı ilk olarak SineTurkiye.com bloğunda yayınlanmıştır.
Harry Potter‘la büyüdüm ben. Babamla annem ilk kitabı bir kitapçıda, “çok satanlar” rafında görmüşler de almışlar. Büyülü, sihirli hikâyeler o zamanlar ilgimi çekmezdi ama kitap okumayı seven bir çocuktum, ziyan olmasın diye okuyayım dedim. Bırakamadım kitabı; iki günde bitirdiğimi hatırlıyorum. Diğer kitaplarını da aynı zevkle, hatta daha büyük bir zevkle okudum.
Ama filmler aynı tadı vermedi mesela. Eksik geldi, öyle diyeyim. Hatta çok iyi hatırlıyorum, dördüncü filmde, herhalde filmi kısaltmak için, ev cini Dobby‘nin müdahil olduğu kısmı (spoiler vermeyeyim) komple çıkartmışlardı. Bugün bile halâ merak ederim, J. K. Rowling böyle bir şeye nasıl izin verdi diye.
Neyse, kısaltmalara veya görmezden gelmelere odaklanalım: Hermione‘nin E.R.İ.T. derneği, Peeves isimli hayalet gibi eksiklikler de, kitapların hayranı olarak beni büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. (Rahmetli Robin Williams çok yakışmaz mıydı mesela, Peeves rolüne?) Yine de filmlerin çok ama çok güzel olduğu konusunda itirazım yok. Kitaplarda da giderek kararan atmosferlerin yansıtılışı, bazı karakterlerin kitaplardan farklı oynanmasına rağmen sergilenen harika oyunculuklar… Bak şimdi… Yine filmleri izleyip kitapları okuyasım geldi.
Benim bir alışkanlığım vardır: Sevdiğim oyuncuların diğer filmlerini de merak ederim, ilgimi çekenleri izlerim. Severus Snape‘i beyaz perdede canlandıran Alan Rickman da filmlerde oyunculuğunu en beğendiğim aktörler arasındaydı. Perfume: The Story of a Murderer isimli filmde de büyük bir rolünün olduğunu görünce izleyeyim dedim, izledim. Şimdi o filmi yorumlamaya girişmeyeceğim, ama Perfume‘u da izlemenizi şiddetle öneririm.
Benim bir alışkanlığım daha vardır: Çok sevdiğim filmlerin IMDB sayfasına girer, “Trivia” kısmından film hakkında ilginç bilgilerini okurum. Bu filmin ilginç bilgilerini de okurken, baktım ki aslında film, Patrick Süskind isimli (çok değerli) bir yazarın Das Parfum isimli romanından uyarlanmış. Tercümesi de Can Yayınları tarafından satılıyormuş.
“O kitabı da alayım, okuyayım.” dedim; aldım, okudum. Şu cümleyi yazarken bile tüylerimi diken diken yapan bir tecrübeydi, öyle diyeyim. Karakterleri oynayan oyuncular, kitabı okurken zihnimde kitabı oynadılar. Olayların geliştiği mekânlar, kitabı okurken zihnimde canlandılar. Bütün bunların üstüne, filmde olmayan sahneler ve kısaltılan sahneler zihnimde yine o oyuncularla, yine o mekânlarda, adeta filmin bir “director’s cut” versiyonu gibi zihnimde oynandı. (Aslında bu duruma “author’s cut” desek daha güzel olacak.) Zaten filme hayran kalmışım; kitaptan aldığım tat da filmden aldığım tattan bile güçlü oldu.
Bu harika tecrübenin üstünden bir yıl bile geçmeden, 1999 yapımı Dövüş Kulübü filminin de bir kitaptan uyarlandığını öğrendim. Bunu daha önce nasıl bilmediğime hayıflandıktan sonra, arşivimden çıkardığım filmi derhal izledim, kitabı da hemen bulup okumaya başladım. Yazarı Chuck Pa… Bir saniye, Google’a bakmam lazım… Yazarı Chuck Palahniuk‘un eline, kalemine, daktilosuna, klavyesine sağlık: Kitabı okurken Brad Pitt ve Edward Norton‘un efsane oyunculuklarının yanında David Fincher‘ın efsane yönetmenliği de zihnimdeydi; hep beraber kitaptan aldığım hazzı katladılar. Çok kaliteli bir kitaptan uyarlanan harika bir filmin muhteşem bir author’s cut versiyonunu “okumuş” oldum.
Varmaya çalıştığım noktayı anladınız: Bir kitaptan uyarlanan filmleri izlemek çoğu zaman can sıkıcıdır ama bir şekilde önce filmi, sonra kitabı tecrübe ederseniz hem filmden, hem de kitaptan zevk almayı başarırsınız. Bu yazının başlarında, Harry Potter‘dan bahsederken “Yine filmleri izleyip kitapları okuyasım geldi.” demiştim; demem o ki bu tecrübeyi zaman geçtikçe tekrarlamanız da mümkün.
Yalnız bir kural var: Kitabın da, kitabın uyarlandığı filmin de kaliteli olması lazım. Biri veya öteki iyi değilse, benim teorim geçersiz olabilir. Nobel ödüllü Kazuo Ishiguro‘nun 1993 yılında basılan, yazarı yeni Nobel aldığı için son zamanlarda ünlenen Günden Kalanlar isimli kitabının filminin pek beğenilmediğini duydum örneğin. Dikkatli olmak, araştırmak lazım.
Sizin de yorumlarınızı alalım: Daha önce “önce kitap,
sonra film” olayını tecrübe ettiniz mi? Böyle bir şeyi denemeyi düşünür
müsünüz? Yorum yazmayı unutmayın, düşüncelerinizi bizimle paylaşın.