Evet, 2. Ankara Kitap Fuarı içerisindeki Uykusuz dergisinin imza günündeydim ve süper imzalar aldım, harika fotoğraflar çektim :). Anlatayım hemen.
2′yi beş geçe gibi fuara vardım. Kuyruk fena halde uzundu, erken gelip önlerde duracağımı sanıyorken kendimi fuarın dışına, çayıra çimene kadar taşmış bir kuyruğun en arkasında buldum. Mecburen oturdum. Oturur oturmaz da aklıma param olmadığı gerçeği geldi, poster moster alıp imzalatmam gerektiği için ivedilikle kuyruktan çıkıp (tabii öncesinde arkamdaki kızdan yerimi tutmasını rica edip) en yakın Ziraat Bankası‘nı bulmak için Atatürk Kültür Merkezi dışına çıktım – söylemeyi unuttum, fuar AKM‘deydi. En yakın Ziraat Bankası taksiyle 6 lira 59 kuruş uzaklıktaymış, öyle de fazladan bir harcamam oldu.
Sıraya geri döndüğümde çok ufak bir ilerleme vardı. Dergide yapılan duyuruda imzaların 2 buçuktan sonra dağıtılmaya başlanacağını okuduğum için sorun etmedim, sıradan çıkanlar olmuştur da o şekilde ufak bir ilerleme olmuştur diye düşündüm. Yanlış düşünmüşüm. Saatlerce sürecek olan kuyruğun en arkasında, saatte 4-5 metre ilerleme hızıyla bekleyecektim.
Evet efendim, 5 saat 20 dakika boyunca toplamda 15 dakika kadar oturabildim, gerisinde ayaktaydım. Sıkıntıdan ölüyordum ki 5 saat 20 dakikanın uzun bir kesiminde önümdeki, arkamdaki insanlarla bol bol muhabbet ettim.
İlk iki buçuk saat neredeyse muhabbetsiz geçti. Çayırda beklediğimiz zamanlarda yanımıza gelen yaşlı sayılabilecek bir adam biraz önümdeki bir gruba “Bu dergi tam olarak neye muhalif? Bu arada hepiniz varlıklı ailelerin çocuklarına benziyorsunuz.” diye son derece saçma ifadelerle sinirimizi bozdu. Uygun cevaplarla kendisini uzaklara, çok uzaklara (otoparka) gönderdik.
Bir ara çektiğim parayı kullanmak üzere kuyruktan ikinci kez ayrıldım ve Uykusuz‘un ilk on üç sayısını içeren bir cildi ve 3 liralık büyük bir Uykusuz posterini aldım. Sonra geri döndüm kuyruğa.
İki buçuk saat sonrasında önümdeki ve arkamdaki kızlarla bir şekilde muhabbete başladık. Bu arada millet yanımızdan geçerken sürekli kuyruk hakkında yorumlarda bulunuyordu, biz de kafayı yiyorduk. Manyak babanın teki, 8 yaşındaki çocuğuyla beraber yanımızdan geçerken “Sen böyle gereksiz kuyruklara girme, olur mu yavrum?” diye tembih ediyordu çocuğuna. Adama kafa atmamak için zor tuttum kendimi.
Üç saat dolaylarında pişmaniye ikramları falan gelmeye başladı. İkramların geldiği yer de önlerinden geçtiğimiz (daha ziyade önlerinde durduğumuz) yöresel lezzetleri bize sunan yerlerden İzmit‘li olanlardı. Gözümüzün önünde pişmaniye yapınca çok canım çekti, dönerken pişmaniye almaya karar verdim.
Bu arada kaç civarında olduğunu bilmiyorum ama bir ara ellerim çok üşüdü diye yakınımızdaki hazır Türk kahvelerinden bir tane aldım. Evet, Osmanbey diye bir firma hazır Türk kahvesi yapmış. Gayet süper bir şey, Türk kahvesiyle aynı tatta ama telve yok :).
Üç buçuk saat sonrasında kapıya yeni varmıştık daha. Kapının yanındaki ufak kafede 5 dakika kadar oturmak üzere üçüncü kez kuyruktan ayrıldım. 15-20 dakika falan kalırdım da ayıp olmasın diye (bir de orada uyuyakalırım falan diye) geri döndüm kuyruğa.
4. saat civarında muhabbet üst noktalara çıktı, böyle 10-15 kişilik bir grupla bayağı bayağı geyik yapmaya başladık :D. Bir grup insan beni Otisabi‘ye benzetti :D. Bilmeyenler için anlatayım: Otisabi, Uykusuz‘un arka kapağına Yılmaz Aslantürk tarafından çizilen bir karikatür karakteri – açık olmak gerekirse bulduğu kızları mütemadiyen tavlayıp sevişen çapkın bir karakter :D. Tabii karakterin yaptıklarına benzemediğimi ben bile biliyorum, tipim benziyormuş :D.
İmza gününün akşam saat 7′ye kadar olduğu kanısı dolaşıyordu etrafta, bu yüzden bir huzursuzluk hakimdi çünkü artık 4 buçuk saate dayanmıştık ve saat 7′ye on varken biz hala sıradaydık! Anonslar da bu kanıyı doğruladığında kuyruktaki topluluk olarak iyice psikopata bağlayıp bağırdık, alkışla protesto ettik, yuhaladık, “Sekiz! Sekiz!” diye slogan attık falan… Sonra kuyruğun arkalarda kalan kısmını dışarı çıkarttılar, geri kalanını da içeri kapattılar :D. Kuyruğun geri kalanı olarak imza almaya ve fotoğraf çekmeye hak kazanmıştık.
7 buçuk civarında kuyruğun başındaki bendim :). Muzaffer bir edayla tek tek imzalar aldım, fotoğraflar çektim, her yazar ve çizerle ufak ufak muhabbet ettim. Süperdi kısacası :).
Sonra fuarı biraz daha gezdim. Halkın Kurtuluşu Partisi bir stand açmış, oraya gidip adamlarla muhabbet ettim. Yanlış anlamayın, daha partinin adını bile yeni duymuştum; benim istediğim sadece konuşmaktı. Konuştuğum arkadaşla da bu isteğim doğrultusunda sadece ülke sorunları, dünya sorunları ve kapitalizmle emperyalizmin zararları hakkında konuştuk.
Sonra fuardan çıkacktım ki baktım, Uykusuz kadrosu daha yeni dağılıyor :). Resimler falan çekiliyordu, ben de katıldım. Ersin Karabulut, Yiğit Özgür, Oky (Okay Gencer) ve Memo Tembelçizer (Mehmet Çilingir) ile fotoğraf çektirme şansım oldu :). Umut Sarıkaya‘nın keyfi bayağı bi’ kaçmıştı, sorduğumda yanıt bile vermeden gözleme yemeye gitti. Yine de o kadar huysuzluk olur canım, ben de altı saat durmadan imza versem ben de kafayı yerim.
Pişmaniye almayı da unutmadım :). Aldıktan sonra fuardan çıkıp Tandoğan‘a yürüdüm ve metroyla eve döndüm.
Fotoğrafları verecektim di’ mi? Buyrun:
Ek: Bu fotoğraflardan 19 numaralı olanı Uykusuz alıvermiş, 31. sayılarında kullanıvermiş :). Bir not düşüp “Barış Ünver‘den aldık bu fotoğrafı ki kendisinin ne kadar süpersonik bir insan olduğunu tartışmaya gerek yok zaten. Seni çok seviyoruz Barış, muhteşemsin ve aynı zamanda inanılmazsın.” gibi bir şeyler yazmamışlar diye çok kırıldım ama.