İki tarafı da üzecek bir haberim var: Şu anki “laiklik” tanımı, doğru bir tanım değil. Yani laikliği öven de, yeren de yanlış yere övüyor, yanlış yere yeriyor. Bu yazıda “laiklik” kavramını basit bir biçimde anlatmaya çalışacağım. İşin güzel yanı, aklı başında herkesin kabul edeceği ve aklı başında kimsenin kötüleyemeyeceği bir tanım bu.
Bunu, iki yıl kadar önce Atatürk’ün sözleriyle de açıklamaya çalışmıştım. Atatürk’ün sözleri şöyleydi:
İslam dinini yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere bir siyaset aracı konumundan kurtarmanın ve yükseltmenin vazgeçilmez bir iş olduğu gerçeğini gözlemliyoruz. Kutsal ve ilahi olan inançlarımızı ve vicdanlarımızı, karışık ve değişken olan ve her türlü çıkar ve tutkuların ortaya çıkışlarına sahne olan siyasetten ve siyasetle ilgili bütün konulardan bir an önce ve kesin olarak kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur.
Sözlerin kendisi dahi yeterli bir açıklama sunsa da, geçen iki yılın ardından bu güzel tanımlamanın bilinir hale gelmesini, Beyn gibi sınırlı bir kitleye sahip bir blogdan bekleyemezdim. Yine de, geçen iki yılın ardından Beyn’in azalan ziyaretçi sayısına karşı iki kata yakın artan takipçi sayısına güvenerek, bu sefer bu tanımın birazcık daha yaygınlaşmasını beklemek de, bu ufak blogun sahibi olarak hakkımdır sanıyorum. Bu tanımı beğenirseniz lütfen paylaşın ve yayılmasına katkıda bulunmuş olun.
Günümüzde İslam’ın özdeşleştirildiği kavramlar
Hangi Müslüman, İslam adına toplanan paraların ortadan kaybolmasından utanç duymamıştır?
Hangi Müslüman, “cihad” kavramının tamamen yanlış anlaşılarak yapılan terör eylemlerini kınamamıştır?
Hangi Müslüman, şeriatla (!) yönetilen bazı ülkelerde “İslam’ın şartları bunlar” diye İslam’la alakasız, acımasız kuralların halklara dayatılmasına üzülmez?
Hangi Müslüman, kadınları okuyup üfledikten sonra yatırıp beceren hocaların, şeyhlerin üstüne Allah’ın lanetinin akmasını istemez?
Hangi Müslüman, milyar dolarları yöneten bir cemaatin, bir ülkeyi kapılar arkasından, okyanuslar ötesinden yönetilmesine ses çıkarmadan durabilir?
(Maalesef bu son soruya verilebilecek bir cevap var ancak cevabı verince, ses çıkarınca kendinizi hapiste bulabiliyorsunuz. Sevgiyle değil korkuyla güçlenen bir cemaat…)
İslam adına yapılan terörden, şeffaf olmayan cemaat yapılanmlarına kadar hepsinin karşısında “laiklik” kavramı duruyor işte.
Verdiğim örneklere kızdıysanız bile lütfen biraz daha sabredin, laikliğin gerçek anlamını okuduğunuzda siz hak vermeseniz bile vicdanınız hak verecektir.
Dini, sömürülecek bir kavram haline getirmek
Dinin, hayatımızdaki kavramlar arasında en hassas kavramlardan biri olduğu söylenebilir mi? Elbette söylenebilir. Belli bir inanca sahip olsanız da, olmasanız da, başka insanların kendi inançları konusunda hassas davranmanız şarttır.
Laiklik düşüncesi de, bu hassasiyeti gözeterek geliştirilmiş bir kavramdır. Sanıldığı gibi insanların inançlarını yaşamaktan alıkoymayı değil, insanların inançlarını dışarıdan bir etki, bir sömürü olmadan yaşayabilmelerini sağlamayı hedefler.
Laiklik, dini inançların, sömürülecek bir kavram olmaktan çıkarılmasıdır.
Laiklik kavramına karşı çıkanlardan bazılarının, inanç sömürüsü konusunda ne kadar hevesli oldukları göz önünde bulundurulursa bu tanım daha iyi anlaşılır.
Kul ile Allah arasına girmek
Mezheplerin amacı nedir, biliyor musunuz? Bahsettiği dinin anlaşılmasını kolaylaştırmak için o dini açıklamaya çalışmaktır. Bu yönden mezhep, din adına kural koyamaz, sadece yönlendirebilir. Aynı açıdan bakacak olursak mezheplerin hiçbirini kabul etmemek de mümkündür – hatta sanki Kur’an-ı Kerim indiğinde, Hz. Muhammed hayattayken mezhepler varmış gibi insanları mezhep seçmeye zorlayan zorbaların yüzüne tükürmek gerekir!
Peki tarikatların yaptığı nedir, biliyor musunuz? Tarikatlar, Allah’a ulaşmak için fikirsel açıdan yardım isteyenlere yol gösterir ki zaten “tarikat” kelimesinin anlamı da “yol”dur. Bu bakımdan tarikatlara bir kutsallık atfedilemez, tarikatlar adına yaşanamaz, hizmet edilemez. Eğer böyle yapılırsa tarikat, yolunu gösterdiği dinden daha önemli hale gelmiş olur ki bu da düpedüz şirktir.
Günümüzde mezheplerin, tarikatların, cemaatlerin, İslam’da ruhban sınıfı bile yokken kendilerini kutsal görebilen tiplerin sömürdüğü dini -Atatürk’ün deyişiyle- kurtaracak ve yükseltecek, dini olması gereken yere çıkaracak ve bekçiliğini yapacak olan şey, laikliktir.
Ve ne kadar acıdır ki; mezhepler, tarikatlar, cemaatler farkında olmadan temsil etmeye niyetlendikleri dinlere zarar vermektedir çünkü mezhepler adına yapılan katliamların, tarikatlar adına yapılan soygunların, cemaatler adına yapılan haksızlıkların faturası onlara değil, direkt olarak o dine kesilmektedir. Dini için terör estirenler, dini için para toplayıp tüyenler, dini için kul hakkı yiyenler kendi dinlerine zarar verdiklerini görmüyor mu?
Sonuç
“Laiklik” kavramı şu anda “dini dışlamak” gibi yanlış bir tanımla bilinmektedir. Yanlış tanımlandığı için, dinin yanında değil de karşısında yer aldığı zannedilmesi normaldir ve yapılması gereken şey laikliği savunmaktan önce, laikliğin yeniden tanımlanması ve bu tanımın tanıtılmasına katkıda bulunmaktır. Dinini özgürce ve en doğru biçimde yaşayabilmek için laikliğin dini koruması, kollaması, dini sömürenlerden kurtarması ve yükseltmesi ŞARTTIR.
Ey insanlar, Allah’ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi sakın aldatmasın! O yaman aldatıcı, o çok gururlu, sizi sakın Allah ile aldatmasın. (Fatır suresi, 5. ayet)
Not: Yazıyı yazarken tüm dinler adına ifadeler kullanmaya çalışmış olsam da, ülkemizde çoğunluğun kabul ettiği İslam için örnekler vermem gerekti. Tarihsel gelişim bakımından da “laiklik” kavramının ilk önce Hıristiyanlık dininin sömürüsüne karşı geliştiğini ve tüm dinler hatta tüm inanç sistemleri için geçerli olduğunu bu notla vurgulamak istiyorum.