Ağlamak

Ağladığı (artık) nadiren görülen bir “sulugöz” olarak, ağlamayı açıklamak istiyorum.

İnsan neden ağlar? Çok ağlayan bir insan olarak kendi gerekçelerimi kısaca sıralayayım: Üzüntüden, sevinçten (ki aslında sevinçten ağlamam, en fazla gözlerim yaşarır), hırstan (özellikle haksızlıklar karşısında çaresiz kalınca) veya şiddetli duygusal durumlardan dolayı ağlarım. Sulugözüm ama ağladığım çok görülmez dedim. Çelişkili gibi gözükse de bu sözümü şöyle açıklayabilirim: Ailem açısından ağlamak benim için spor gibidir yani çok ağlarım; onun haricinde ailem kadar olmasa da çok yakın hissettiğim insanlar karşısında da ağladığım olmuştur ama dünyanın geri kalanına ağlayan biri olarak gözükmem. (Ağladığımı görmeyen arkadaşlarım alınmasın; sevdiğim her arkadaşımın önünde hüngür hüngür ağlayacağım diye bir kaide yok sonuçta.)

Peki, aslında hiç durmadan ağladığımızı biliyor muydunuz? Bilimsel olarak konuşuyorum tabii. Baktığımızda her insan, her an gözyaşı salgılıyormuş. Gözlerin kuru kalmaması için vücudun çalıştırdığı bir mekanizmaymış. Soğan veya duman yüzünden gözümüzün yanması da gözyaşındanmış. “Ağlama” tanımını ise sıklıkla duygusal durumlar için kullanıyoruz tabii. İşin bilimsel kısmına girince karşımıza başka şeyler de çıkıyor (hıçkıra hıçkıra ağlamanın sağlığa iyi geldiği veya gözyaşlarının içerisinde bakteri öldürücü enzimler bulunduğu gibi) ama ben işin duygusal boyutuna bakacağım. (Yine de paragrafın sonuna şunu sıkıştırayım: “Ağla, açılırsın.” mantığının da bilimsel bir temeli varmış; ağlayan insana psikolojik bir rahatlama geliyormuş. Tabii bunu bilmeyen veya deneyimlemeyen çok az kişi vardır.)

Konuyu dağıtmayayım.

Ağlamak en çok bebeklere yakışır. (O yüzden yazı için ağlayan bir bebek resmi seçtim.) Onlardan sonra kadınlara yakışır. (Ama sessiz ağlayacak. Bağıra bağıra ağlayan kadınlar çok korkunç oluyor.) Onlardan da sonra yaşlılara yakışır. (Yakışır makışır diyorum ama hoşuma gittiğinden değil. Acıklılık sıralaması yapıyorum.) En az da erkeklere yakışır.

Ağlayan erkek, hiç lafı dolandırmayalım, kendisine olan saygıya -en azından o ağlayışı unutulana kadar- veda eder. Ağlayan erkek saygınlığını yitirmiş erkektir. Nedeni de, atalarımız sağ olsun, toplumda dile getirilmeyen tabular, kurallardır. ABD’nin bilmem ne eyaletindeki saçma kuralları birbirimize e-posta ile iletmeyi pek severiz ama bu saçma kuralların varlığının farkında olsak bile önemsemeyiz. Ağlayan kadına şefkatle yaklaşılır ama ağlayan erkekten “Karı gibi ağlama lan.” diye uzaklaşılır. “Neden?” diye sorsam bütün toplum, toplumbilimci kesilip “Çünkü erkekler avcıdır, dominant karakterdir…” diye başlar zırvalamaya. Dünyayı bin yıldır kadınlar yönlendiriyor be, ne avcısı, ne dominasyonu?

Ben bu işten rahatsızım arkadaş. Erkek adam duygulanamayacak mı? Hem “Erkek dediğin duygusuz olmamalı.” diyeceksin, hem de sevgilin ağlayınca “Sana artık saygı duymuyorum.” diyeceksin. Senin bu düşüncen mantıklı mı şimdi, kraliçe hazretleri? Hem duygusal bir ilişki isteyeceksin, hem de “duyguların boşaltım sistemi” olan ağlama eylemiyle karşılaşınca bilinçaltındaki imgelere yenik düşeceksin.

Bir de ağlama olayına “güçsüzlük simgesi” olarak bakanlar var. Onlara öyle bir güç uygularım ki, akılları şaşar. Kardeşim, duygular insanın insan olduğunun bir göstergesidir. Duyguların ifşasını, ifşa yöntemi (salya, sümük vs.) biraz abuk diye, feminenlikle özdeşleştirmek veya güçsüzlük şeklinde yaftalamak ne kadar doğru? Çaresizliğinden ağlayan adamı bile kesinlikle güçsüz biri olarak tanımlayamıyorken, çok sevdiği birine haksız yere bağırıp çağırdığı için ağlayan bir abiyi veya güzel bir macera filminin sonunda esas oğlanla esas kızın aşkına gözleri yaşaran bir amcayı “güçsüz” diye damgalamanın nesi mantıklı?

Ben mi çok basit düşünüyorum yoksa? Bilimsel olarak faydaları bile kanıtlanmış, kesinlikle bir güçsüzlük belirtisi olmayan ağlama eylemi neden bu kadar küçümseniyor ve bu küçümseme işi neden ağlayanın cinsiyetine ve/veya yaşına bağlı oluyor?

Ben fikirlerimi belirttim, rica ediyorum siz de bir şeyler söyleyin bu konuda. Bakarsınız devrim falan yaparız.

Barış Ünver
04 Temmuz 2010

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

Yorumlar kapalı.