AKP’li siyasetçiler ne yapar? Halkı “ikna etmek” için dini kullanırlar. Sanırım din, AKP’li siyasetçiler için önemli bir şey değil, zira dinini önemseyen bir insan onu bu kadar istismar etmez, önemli/önemsiz her şeyin içine dini katarak insanları dininden soğutmaya çalışmaz, dinin içini boşaltacak tavırlarda bulunmaz…
Ama AKP’li siyasetçiler bunu hep yapıyor. “Yüce Rabbim…” ile başlayan cümleler gibi en naif kullanımlardan, açılışta kurdele keserken birinin tuttuğu mikrofona “Bismillahirrahmanirrahim!” diye bağırmak gibi en ağır istismarlara kadar, AKP’li siyasetçiler maalesef İslam’ı kullanmaktan zerre kadar çekinmiyor.
Sanki biz onların Müslüman olduklarını bilmiyormuşuz gibi, neden sürekli Müslüman olduklarını hatırlatmaya çalışıyorlar? Bu sorunun cevabı yok. Vallahi yok. Nedense her konuşmalarında bir İslami tını, her eylemlerinde İslam’a atfedilen bazı detaylar… Hani İslam’ı gerçekten tanısalar içim yanmayacak. Dinimiz bu tarz gösterişlere, istismarlara, hele hele “Allah ile aldatma” meselesine -haliyle- tamamen karşıdır. Ama AKP’li siyasetçiler, İslam’ın bu temelleriyle ilgilenmiyorlar.
Neden mi? Çünkü toplumumuzun, anlamadığı bir dilde ayetler okuyarak ve kendisine öğretilen bid’atlarla dinini yaşayan kesimi, bu davranış ve söylemleri gördükçe AKP’li siyasetçilerin daha dindar insanlar, en dindar insanlar olduklarını düşünüyorlar. Halbuki en dindar insan dinini içinde yaşar, yaşadığını başkasına empoze etmez, kul hakkına saygılıdır, gösterişten kaçınır… Ama “siyaset” kelimesinin özünde “seyislik” kavramının yattığı gibi, siyasetçiler de “ikna etmek” istediği halkı adeta raiyye gibi güdercesine davranmaktan kaçınmıyor çünkü İslam buna karşı çıksa da halk adeta bunu istiyor.
AKP’li siyasetçilerin tamamını işin içine katmam doğru olmaz, sonuçta “her AKP’li din istismarcısıdır” diye bir genelleme yaparak, öyle olmayan AKP’li siyasetçilerin haklarını yemiş olurum, kul hakkı yemiş olurum. Ama AKP kendi imajını düzeltmek istiyorsa, işe İslam’ı kullanarak yükselmeye çalışanları alçaltmakla başlamalı.
Bu yazıyı yazmama sebep olan örneğe bakın: Talas İlçe Müftülüğü’nün düzenlediği “Aşure Günü” için caminin içine sandalyeler sokuluyor, kürsü yerleştiriliyor, hatta protokol için ayrı bir bölüm açılıyor ve kırmızı kordonla ayrılıyor. (Camiye ayakkabılarıyla giren olmuş mudur acaba?) Sonra Talas Belediye Başkanı Mustafa Palancıoğlu, o kürsüye çıkıp bir konuşma yapıyor. Parti veya belediye adına bir konuşma yapmadığını söylese bile, partili bir belediye başkanının orada konuşması için hiçbir sebep yokken çıkıp konuşma yapıyorsa, bunun eleştirilmesi elbette doğaldır.
Ama Palancıoğlu bu eleştirilere karşı çıkıyor:
Özellikle üzerini vurgulayarak söylemek istiyorum; Talas Belediye Başkanı olarak bu organizasyonda misafir olarak yer aldık. Organizasyonda haberlerde bahsedildiği gibi kürsüydü, masaydı, sandalyeydi, aşureydi veya işte katılımcılarla ilgili bizim herhangi dahilimiz yoktur. Hem belediye olarak hem de parti olarak organizasyona katkı sunmadık. Sadece ilçe müftülüğümüzün daveti üzerine İl Müftümüz ve ben katıldım. Şahsıma selamlama konuşması yapmam söylendi. Ben de orada bir selamlama konuşması yaptım. Ülkenin birlik ve beraberlik içerisinde olması ile ilgili iyi niyet mesajları verdik. Bunun dışında programda herhangi bir siyasi konuşmam olmamıştır. (Kaynak)
Eleştiriler devam edince, niyeyse bir açıklama daha yapmak zorunda kalıyor:
Havanın soğuk olduğu için etkinliğin caminin içine alındığını söylediler. Hakkımdaki hiçbir iddiaya katılmıyorum. (…) Kürsü ve masayla ilgili olarak belediye olarak bizim bir tasarrufumuz olmadı. (Kaynak)
Kendisine sormak lazım: Misafir olarak katıldıysanız neden konuşma yaptınız? Hava soğuk olmasaydı, yine Allah’ın evinin bir parçası olan cami avlusunda mı konuşma yapacaktınız? Koskoca ilçede bir kültür merkezi veya en azından bir konferans salonu yok muydu da, bir caminin içerisinde konuşma yapma ihtiyacı hissettiniz? Belediye başkanı olarak tasarruf gösterip, “Camide benim konuşma yapmam yakışık almaz.” demeyi neden akıl etmediniz?
Daha fazla soru sorulur ama yanıt alamayacağım kesin, o yüzden daha fazla enerji sarf etmeyeceğim. Bir şey söyleyerek bitirmek istiyorum yazıyı:
Atatürk diye bir adam vardı, tanır mısınız? İslam’ın anlaşılması için Kur’an-ı Kerim’i ve önemli hadis kitaplarını tercüme ettiren, ilk inen ayetin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında uygulamaya geçmesi için çabalayan, günümüzde bütünüyle yanlış bilinen laiklik kavramını oturtarak İslam’ı din istismarcılarının elinden kurtarmak isteyen bir adamdı Atatürk. Atatürk’ün dindarlığı pek bilinmez (ama araştıran bilir), zaten dindarın böylesi makbuldür.
Ama Atatürk’e ne gözle bakıldığı ortada: Rakı içiyor diye, İslam’la uzaktan-yakından alakası olmayan “hilafet” kavramını ortadan kaldırdı diye, sapkın tarikatların merkezleri olan tekke ve zaviyeleri kapattı diye Atatürk dinsiz olarak tanıtılıyor. Halbuki Kur’an’da alkolün yarardan çok zararı olduğu bir defa, sarhoşken namaza durulmaması gerektiği bir defa, alkolün haram olduğu da bir-iki defa geçmesine rağmen; dini gösteriş amacıyla kullanan, kul hakkı yiyen, dindar gibi görünüp kâfir olan insanlar için akıl almaz cehennem tasvirleri yapılır. Gelin görün ki, kul hakkı yiyen “Bakın ne kadar Müslümanım!” diye yırtındığında kabul edilirken, içki içen iyi bir insana dinsiz yaftası yapıştırılıverir.
AKP zihniyeti budur. Eğer AKP’li siyasetçiler veya AKP sempatizanları bu söylediklerimden alındılarsa, bana kızmak veya gücenmek yerine kendi içlerindeki din istismarcılarından hesap sormalıdırlar. İnsanların dini duygularını istismar eden, kanmayan insanları da dininden uzaklaştıran bu kişiler AKP’den temizlenmedikçe, AKP’nin din konusundaki imajı hiçbir zaman düzelmeyecektir.