Olayı, olabildiğince basit bir biçimde, örneklerle anlatayım:
- Rejimimizde üç tane “kuvvet” vardır: Yasama, yürütme ve yargı.
- Yasama Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin, yürütme Cumhurbaşkanı‘nın ve Bakanlar Kurulu‘nun (yani tüm Bakan‘ların ve onların başı olan Başbakan‘ın) görevidir. (Yargıyı söylemiyorum, onu da siz bulun.)
- Bu üç “kuvvet” birbirinden bağımsız olmalıdır ki birbirlerini denetleyebilsinler.
- Bu üç “kuvvet”in birbirini denetlemesi, rejimin sağlamlığı açısından inanılmaz bir öneme sahiptir.
Şimdi de birkaç ek bilgi:
- “Dördüncü kuvvet” olarak basından söz edilir ve kısmen doğrudur da. Gazete, radyo, televizyon, internet gibi kitle iletişim araçlarından oluşan basın, üç “kuvvet” hakkındaki bilgi ve gelişmeleri sadeleştirip haberleştirerek topluma sunmakla görevlidir.
- “Dördüncü kuvvet” de “kuvvetler ayrılığı” ilkesine dahil edilebilir. Yani basın da; yargı, yürütme ve yasamadan bağımsız olmalıdır.
- “Yasama” yani yasa yapıcılar, yalnızca iktidardan ibaret değillerdir. Öyle olsaydı rejimimizin sıfatlarından biri olan “demokrasi”, çoğulcu bir “demokrasi” olurdu yani ülkede yalnızca çoğunluğun istediği olurdu. Halbuki ülke yönetimi (TBMM, Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı ve yargı kurumları) ülkedeki her bireyin hakkını savunmalıdır.
- Asker yani ordu, bu “kuvvetler”den biri değildir.
- Rejimimizin bir gerekliliği olmasına rağmen, yargı kuvveti, yürütme kuvvetlerinden Cumhurbaşkanı‘nı denetleyemiyor. (Şu anki cumhurbaşkanımız Abdullah Gül‘e “Kayıp Trilyon” davasıyla ilgili bir soruşturma açılamamasını ve hatta açılmasına çalışan savcının mecazen recm edilmesini hatırlayın.)
Gündemi de ilgilendiren birkaç örnek vereyim, tam olsun:
- Örneğin; basının yasamayla bir bağı olmamalıdır yani TBMM bünyesindeki hiçbir kurumla beraber (veya o kurumun güdümünde) çalışmamalıdır.
- Örneğin; yürütmenin yasamayla bir bağı olmamalıdır yani Cumhurbaşkanı‘nın “yasama kuvveti” bünyesiyle arasındaki bir bağın bir kurumla önceden veya sonradan gelen varlığı, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine uygun değildir. (Kişisel bir yorum: Bu durumda “yasama kuvveti”nin içerisinde yer alan bakanların ve Başbakan‘ın TBMM içerisinde yer alması, oy kullanma haklarının olması da “kuvvetler ayrılığı” ilkesine karşıt bir durum gibime geldi. Yanlış mı düşünüyorum?)
- Örneğin; yargının yasamayla ve/veya yürütmeyle bir bağı olmamalıdır. Bu anlayışta, yüksek yargı üyelerinin yasama ve/veya yürütme organları tarafından seçilmesini öngören ve eylül ayında halkoylamasında oylayacağımız Anayasa değişikliği paketindeki yüksek yargıda değişiklik yapan maddeler, “kuvvetler ayrılığı” ilkesiyle fena halde ters düşer.
Evet; yazıyı yazmamın amacı, bundan bir önceki cümleyi vurgulamaktı. Sevgilerimle.
Yorumlar kapalı.