Öfke büyüyor

“Mazlumun yanında, zalimin karşısındayız” demeçleriyle iktidara gelen AKP hükümeti, şimdi mazlumun karşısındaki zalim tavırlarını ısrarla sürdürüyor.

Kasımın 25’indeki grevli eylemler sonrasında hükümet ve dalkavukları, greve katılan 2 milyondan fazla memuru karşısına alacak açıklamalar yaptı. Demokratik bir hakkın kullanımına daha girişilmeden Recep Tayyip Erdoğan‘ın kurduğu “Yapılacak olan iş de yasal bir iş değildir” şeklindeki cümle sanırım hükümetin tavrını yeterince net bir biçimde ortaya koymuştu.

Daha sonra aralığın başında eczacıların grevi oldu. 10-15 gün sonra Sosyal Güvenlik Kurumu‘ndan yanıt geldi; 25 bine yakın eczanenin üyesi olduğu Türk Eczacılar Birliği‘yle yürürlükte olan ilaç alım protokolünün feshedildiği açıklandı. Yeni bir düzenlemeye gidilmezse 15 Ocak 2010 tarihinden itibaren bütün Türkiye, ilacını sigortalılık farkı gözetmeksizin parasıyla almak zorunda kalacak. O gün geldiğinde SGK‘nın “Bizim suçumuz yok, eczacılar yüzünden para ödüyorsunuz” mealli açıklamalar yapacağını tahmin etmek zor değil.

Ayın 16’sında da İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı itfaiyeciler eylem yaptı. Su hortumlarıyla yangınları söndürürken dumandan ciğerleri, genizleri yanan itfaiyeciler bu sefer eylemde basınçlı suyun hedefi oldular; yine ciğerleri, genizleri yandı ama bu sefer biber gazından.

TCDD‘den 16 sendikalı çalışan, kasımdaki grev gerekçe gösterilerek işlerinden uzaklaştırılmıştı. 3 gün önce TCDD çalışanları bu sefer bu uzaklaştırılan 16 meslektaşı için bir eyleme daha girişip yaklaşık 24 saatlik bir grev daha yaptılar. Gün boyu grev yapılan istasyonlarda “Sendikalı işçilerin yasadışı eylemlerinden dolayı seferlerimiz yapılamıyor, özür dileriz.” anonsları yapıldı. Sonuç? O 16 sendikalının yanına 30 sendikalı daha eklendi; ikinci grevin ardından 30 sendikalı çalışan daha işlerinden uzaklaştırıldı.

Ve bugün, Türkiye‘nin dört bir yanından toplanan Tekel işçilerinin Ankara‘daki 5. günü. Dolapdere‘de halka ateş açan adam bir sorgunun ardından serbest bırakılırken, Tekel işçilerine yine insanlık dışı müdahalelerde bulundu polis. Biber gazı yine vardı, basınçlı su araçları da çalışıyordu. O aracın başındaki polis, su sıka sıka yapay göle düşürülen işçilere su sıkmaya devam edecek kadar eğleniyordu.

Bu arada Tekel işçileri niye evlerini-barklarını bırakıp Ankara‘ya geldiler, bu korkunç soğukta parklarda yatıp kalkarak eylem yapıyorlar biliyor musunuz? Yılmaz Özdil çok iyi açıklamış:

Çünkü… Onlara diyorlar ki:

Senin fabrikayı satıyoruz.
Sen başka bir devlet kurumuna geç.
550 lira maaş al.
Ama, 12 ay çalışmayacaksın.
10 ay çalışacaksın.
2 ay ücretsiz izin yapacaksın.
Bu 10 ay da garanti değil.
İstediğimde kapının önüne koyarım.
Birikmiş ikramiyelerin yanacak.
Kullanmadığın izinler silinecek.
Sendikalı olmayacaksın.
Olursan, zaten kovarım.

(Yazının tamamını okumak için tıklayın.)

Bu eylemler yalnızca son 30 günün eylemleri.

Hepsi demokratik hakların kullanımlarına çeşitli örnekler ve ne hikmetse neredeyse hepsine aynı gaddarca yöntemlerle karşılık veriliyor. Tayyip Erdoğan bu eylemlerin hiçbirine saygıyla yaklaşmadı; fırsat bulduklarını “yasadışı” ve “demokratik olmayan” sözlerini özellikle kullanarak eleştirdi. Erdoğan‘ı geçtim, koskoca hükümetten “Adamlar demokratik haklarını kullanıyorlar.” anlamına gelen bir homurtu bile gelmedi.

Ha, bu durum hoşuma mı gidiyor? Niyeti kötü olan herhalde “Ülke çalkalanıyor, AKP iktidarı zayıfladıkça zayıflıyor, yaşasın!” diye zil takıp oynadığımı düşünür bu durumda. Alakası yok.

Birincisi; milletin daha feci sorunları olmuştu geçmişte. Sürüyle ülke, topraklarımızı ele geçirmek için “Aha şurayı da alalım yav.” gibisinden hesaplar yaparken, millet fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüşken o zayıf imparatorluğun başındaki hastalıklı herifler ülkeden kaçmak için yollar arıyordu. Sonra n’oldu, millet nasıl kurtuldu, söylememe gerek var mı?

İkincisi; ülke ne durumda olsun bundan zarar gören yalnız hükümet değildir; devlet de, millet de zayıflıyordur. Devletin başındakiler devleti küçük düşürürken benim veya bir başkasının mutlu olması, millet kıvranırken benim veya bir başkasının gülümsemesi dahi doğru olmaz. Birkaç yıl önce, devletin elindeki kurumlar üçer beşer satılırken en azından toplumda -yapay da olsa- biraz huzur vardı; şimdi o da yok. Kalabalık ortamlarda birinin omzu ötekine değsin, bak nasıl pis pis bakışıyorlar. Milletin hayattan aldığı zevk azaldı, toplumca bitkin düşmüş gibiyiz. Bu durumdan kim zevk alabilir?

Başbakanın sinir bozukluğunu anlayabiliyorum. Ekonomik krizin etkileri dünyada azalırken ülkemizdeki durum devam ediyor. Acayip bir terör örgütü davası sürerken, gerçek terör örgütüne bağlılığı tescillenmiş adamlar “Meclisten çıkarız bak!” gibi abuk bir tehdidin ardından “Hadi gene iyisiniz, liderimiz mecliste kalmamızı emretti.” diyerek sırıtıyor falan… Gündem epey dolu yani.

Yine de bu, devleti yönetenlerin yanlış işler yapmalarına bir gerekçe değil. Gelecek seçimlerde “O zamanlarda terör, kriz falan derken kafam epey karışıktı. Eylem yapan 2 milyon memuru karşıma almak istemedim, özür dilerim” denmez. Devletin başında duyurorsan, devletin tüm sorunlarıyla eşzamanlı olarak uğraşabilecek kadar güçlü olacaksın, o derece dirayetli olacaksın.

Yoksa bu öfke büyüdükçe büyür.

Barış Ünver
19 Aralık 2009

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

Yorumlar kapalı.