Okudum: “Uçurtma Avcısı” (Khaled Hosseini)

Çok uzun süredir roman okumuyordum ve bunun farkında olmama rağmen, siyasetle, dinle, kişisel gelişimle ilgili kitaplar okumaya devam ediyordum. Eski sevgilim Sibel sağ olsun, bana Uçurtma Avcısı‘nı hediye etti ve 2 hafta içerisinde kitabı yalayıp yuttum. Kurguyu özlemişim be.

(Eğer kitabı okumadıysanız bile, bu yazıyı okumaktan çekinmeyin: Yazı boyunca kitap hakkında verdiğim hiçbir ayrıntı, kitabı okumanız ihtimalinde alacağınız zevki azaltmayacak. Kitabı çok beğendiğim ve herkesin okumasını istediğim için bu incelemede kullandığım tüm kelimelerimi özenle seçtim.)

Kitap Hakkında

Özgün adı: The Kite Runner
Yazar: Khaled Hosseini
Çevirmen: Püren Özgören
Yayınevi: Everest Yayınları
ISBN: 978-975-289-517-1

Kitabın hikayesi ve hikayenin anlatımı

Kitabı; 18 yaşına kadar Afganistan‘da yaşamış, sonra babasıyla birlikte Amerika‘ya kaçmış, yazarlık konusunda çok yetenekli ama bu yeteneğini az çok yaşadıkları sayesinde (veya yaşadıkları yüzünden) geliştirebilen Emir‘in ağzından dinliyoruz.

İtiraf edeyim, kitabın üçte ikisi bitene kadar anlatılanların gerçek olayların dökümü olduğunu sanmıştım. Muhtemelen uzun süredir “kurgu” okumadığım için böyle oldu ama eminim, hikayenin gerçek olaylarla (Afganistan‘da yaşanan politik olaylar, Taliban vesaire) olan bağlantısı ve anlatımın gerçekçiliğinin de bende oluşan bu algıda etkisi vardı.

Kitabı okurken sürekli fark ettiğim bir şey vardı: Tanımadığım bir kültürün, tanımadığım insanların yaşadıklarını kafamda son derece net bir biçimde canlandırabiliyordum. Özellikle duyguların yoğunlaştığı bölümlerde ben de evde, kafede veya metroda yüz ifadelerimi gizlemeye gerek duymadan okumaya devam ettim.

Gerçek hayatta da, Beyn‘de de “dehşet” kelimesini pek kullanmam ama kitabın bazı bölümlerinde büründüğüm ruh halini başka bir kelimeyle anlatamam. Bunu, aynı zamanda şunun için söylüyorum: Şimdiye kadar başka bir romanın beni “dehşete düşürdüğünü” hatırlamıyorum. Kitabı okuyanların en çok söz ettiği durum da bu zaten: Kitap, çoğu kitabın yapamadığını yapıyor ve aşağı yukarı herkesi epeyce duygulandırıyor. Kitabı okuyup ağlayan pek çok insan var. (Ben de dolaylı olarak bu insanlar arasındayım; kitabın en önemli bölümlerinden birini okuduğum gün Sibel‘in önünde, başka bir konudan dolayı olsa da aşırı duygusal ruh halimle kendimi rezil etmişliğim var.)

Karakterler

Kitapta birçok farklı ruh haline sahip birçok farklı karakter var ama ben en önemli üç karakterden bahsetmek istiyorum:

Emir: Ana karakter. Çocukluğunu, gençliğini, yetişkinliğini en ince ayrıntısına kadar okuduğumuz tek karakter. Bi’ de bana göre, kitaptaki insanlar arasındaki en zayıf, en gıcık, en düşüncesiz, en affedilmez hataları yapan, hayatı da bir anlamda bir fiyaskodan ibaret biri bu.

Neredeyse efemine bir tavırla, hayata sürekli endişeyle ve sürekli korkarak (ve hatta bu korkusunu bir noktadan sonra kabul ederek) yaklaşan, mıymıntı herifin teki desem çok abartmış olur muyum? Olurum çünkü bazı noktalarda (eşiyle tanıştığı, babasına karşı çıktığı, Afganistan‘a geri döndüğü ve buna benzer zamanlarda) dizginleri kısa süreliğine de olsa eline alabildi çünkü. Yine de bencilliğini ve düşüncesizliğini hissettiğim her an, bazen kendi bencilliğim ve düşüncesizliğim de aklıma gelip durduğu için, karakterden kıl kaptığım çok oldu.

Kitabın sonunda, kitabı okuyanların büyük kısmına kendini affettiriyor sanırım. Ben affetmedim. Kitap boyunca yaptığın sayısız düşüncesiz hareketin ve bu hareketlerinin sebep olduğu korkunç olayların kefaretini, kitabın sonunda, yetişkin haliyle tekrar uçurtma uçurarak ödeyemezsın arkadaşım!

Baba: Kitabın bir yerinde gerçek adı geçiyor mu, hatırlamıyorum ama geçiyorsa bile kitabın geri kalan her yerinde adı “Baba“. Emir‘in babası, Emir‘in bahsettiğine göre aynı zamanda lakabı. Romanın özgün dilinde de (İngilizce) “Baba” diye geçiyor.

Amerika‘ya gelene kadar bir “efsane” portresi çizen bu cüsseli, karizmatik beyefendinin, Emir üniversiteden mezun olana kadar Emir‘e neden bu kadar uzak olduğunu kitabın önemli bir bölümünden sonra keşfediyoruz. O bölümden sonra, istemeden veya isteyerek, Baba‘nın gözümüzdeki değeri düşüyor ama yine de, kitap bittiğinde gözümüzdeki en saygın karakter o oluyor.

Hasan: Kitaptaki en güzel, mükemmele en yakın karakter. Haliyle en kötü şeyler onun başına geliyor.

Bu karakteri anlatmayı, hissettiklerimi söylemeyi çok isterdim ancak yazmak istediklerim, kitabı okumadan bu yazıyı okuyan okurlarıma saygısızlık yapmama sebep olacak kadar fazla ipucu içerecektir. En iyisi bu bilge karakteri kitabı okuyarak tanımanız.

Kitaptaki Afgan kültürü ve İslam yorumu

Dediğim gibi, kitapta bahsedilen Afgan kültürü bana ilk başta uzak gelse de, ortak olarak kullanılan birçok kelime (“teşekkür”, “can”, “inşallah”, “maşallah” ve belli başlı İslami terimler) sayesinde o kültüre pek yabancılaşmadan hikayeyi, hikayenin içerisinden takip edebildim. Sırf kelimelerin değil, geleneklerin de Türk kültürüyle büyük ölçüde uyuşuyor olmasının da buna faydası oldu tabii.

Ama kitaptaki İslam yorumu daha çok ilgimi çekti.

Emir de, Baba da Allah’ın varlığından emin olmadığı halde İslami kültüre saygıyla, bu kültürle yaşıyorlar. Baba‘nın Allah’ı ne kadar sorguladığını bilmiyoruz ama Allah’tan bahsederken “Eğer bir Allah varsa…” diye başlıyor cümlesine. Emir‘in agnostik yaklaşımını ise, kitabı onun anlatımıyla okuduğumuz için kitap boyunca hissediyoruz – bir bölümde Allah’a teslimiyet duygusuyla bağlanana kadar.

Ama kitaptaki en belirgin İslam yorumu, sanıyorum İslam dinini mantık çerçevesinde değerlendirebilen kimsenin itiraz edemeyeceği kadar güzel cümlelerden oluşan, aşağıda alıntıladığım ufak parçada yer alıyor. Bu parçada Emir, Baba‘nın viski içtiğini görüp, okulda Molla Fetullah Han’tan öğrendiğine göre içkinin günah olduğunu babasına söylemesine karşılık olarak Baba, şu cümleleri kuruyor:

“Mollalar ne derse desin, yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir.

Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karının elinden kocayı, çocuklarından da bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığı zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?

Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur, Emir. Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan, bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan… aşağılıktır. Böyle birinin yüzüne tükürürüm. Böyle biriyle yollarımız kesiştiğinde, Allah yardımcısı olsun. Anlıyorsun, değil mi?

Yukarıda bir yerde bir Tanrı varsa, umarım benim viski içmem ya da domuz yememden çok daha önemli meselelerle uğraşıyordur.

Sonuç

Emir‘in yaptığı hataları çok kafaya takmazsanız, bir de yazar Khaled Hosseini‘nin kitaba serpiştirdiği hafif ama gereksiz, göze batan Amerikan propaganda metinlerini görmezden gelirseniz, okuduğunuz en iyi romanlardan birini okumuş olursunuz. Duygu patlamaları yaşayabilir, Emir‘in her düşüncesiz davranışında kendi hayatınızı gözden geçirebilirsiniz. Kitabın başında, telefonun diğer ucundaki Rahim Han’ın dediği gibi, yeniden iyi biri olmak mümkün ve bu kitap, sizin de (yeniden olmasa da) daha iyi biri olmanızı sağlayabilir.

Barış Ünver
03 Mart 2012

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.