İnsan niye oy kullanmak istemez? Önce onu bulmak lazım diye düşündüm ve aklıma birkaç sebep geldi:
- Yönetime kızgın olmak ama oy verecek başka bir parti de bulamamak (hiçbir adayı beğenmemek)
- Yönetime kızgın olmak ama oy vermek istediği partinin bir “umutsuz vaka” olması
- “Benim oyum bir şeyi değiştirmeyecek ki?” umutsuzluğu
- Olacaklardan sorumlu olmak istememek
- Tembellik
- Oy kullanamayacak durumda olmak
(Benim aklıma gelenler bunlar, sizin de aklınıza bir sebep gelirse bana yardımcı olmanızı çok isterim.)
Bu altı sebebi de inceleyip irdelemeden önce örnek bir belediye yaratmak istiyorum ki sebepleri açıklarken de kullanabileyim bu belediyeyi. 1000 kişilik bir nüfusa sahip bu belediyedeki oy oranlarını elimden geldiğince ülkemizin şartlarına benzetmeye çalıştım ve ortaya şu sonuç çıktı:
Katılım: 1000/1000 – %100
A: 350 – %36,84
B: 300 – %31,57
C: 250 – %26,31
D: 50 – %5,26
G: 50
Yani A partisi 350, B partisi 300, C partisi 250, D partisi 50 oy aldı ve 50 oy da geçersiz sayıldı. Dolayısıyla partiler gördüğünüz oy oranlarına sahip oldu. Hatırlatayım, oy oranları hesaplanırken sandığa gitmeyenler ve geçersiz oylar çıkarılır, geçerli oylar hesaplanır. Yani yukarıdaki örneğimizde 1000 kişinin tamamı katılmış olmasına rağmen geçersiz oylar çıkarılmış, geçerli 950 oy hesaplanmıştır. (Ayrıca bu yüzden sandığa gidip de boş oy veya geçersiz oy atanları da sandığa gitmemiş gibi değerlendirebiliriz.)
Şimdi şu 6 sebebi inceleyelim:
Yönetime kızgın olmak ama oy verecek başka bir parti de bulamamak
Bu bana çok saçma geliyor, onu baştan belirteyim. Ben yönetime kızgın olsam, yönetimdeki adamı diğer adaylarla beraber göz ardı edip kendi hallerine bırakmam; elbette diğer adaylardan birini düşünmeye başlarım. Çünkü kimseye oy vermezsem, eğer yönetimdeki adam gücünü bir oranda koruyorsa oy vermemek onun yararına olacaktır.
Diyelim ki örnek belediyemizde 75 kişi yönetime kızgın olmasına rağmen diğer partilere (B, C ve D partileri) oy vermek yerine sandığa gitmemeyi tercih ediyor. Bu durumda şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya:
Katılım: 925/1000 – %92,5
A: 350 – %40
B: 275 – %31,42
C: 225 – %25,71
D: 25 – %2,85
G: 50
Görüyoruz ki A partisinin aldığı oy aynı kaldı ama oy oranı arttı. Sebebi sandığa gitmeyenler.
Yönetime kızgın olmak ama oy vermek istediği partinin bir “umutsuz vaka” olması
Bu düşünce de, oy vermek istediği parti dışındaki tüm partilerin oy oranlarını artırır. Bunu hesapladığımda çok şaşırdım, onu da itiraf edeyim. Örnek belediyemizde “umutsuz vaka” olarak görülebilecek C ve D partileri için iki senaryo ortaya çıkardım. İlk senaryoda D partisine eğilimli seçmen; ikinci senaryoda hem D partisine, hem de C partisine eğilimli seçmenlerin sandığa gitmeme ihtimallerini işledim:
Katılım: 960/1000 – %96
A: 350 – %38,46
B: 300 – %32,96
C: 250 – %27,47
D: 10 – %1,09
G: 50
Bu senaryoda D partisine eğilimli ama o partinin kazanmasına ihtimal vermeyen 40 seçmen, sandığa gitmemeye karar veriyor; diğer partilerse %100 katılımlı senaryodaki oy sayılarını alıyor. Oy oranları ise diğer tüm partilerin yararına göre değişiyor, görüyorsunuz. Kendi partisinin oy oranı ise düşüyor. Diğer senaryoya geçelim:
Katılım: 925/1000 – %92,5
A: 350 – %40
B: 300 – %34,28
C: 215 – %24,57
D: 10 – %1,14
G: 50
Bu sefer D partisine eğilimli seçmenin yanında C partisinin seçmenleri de kendi partilerine güvenmeyip sandığa gitmemeye karar veriyor. Gördüğünüz gibi, diğer iki partinin oyları da, tabiri caizse, coşuyor. Kendi partileri de daha az oy oranlarına sahip oluyor.
“Benim oyum bir şeyi değiştirmeyecek ki?” umutsuzluğu
Buna gerçek hayattan bir örnek vereyim: 2004 yılında yapılan yerel seçimlerde Ankara’da hem DSP‘den, hem SHP‘den, hem de CHP‘den ayrı ayrı adaylar çıktığı için Ankara‘nın sol görüşlü adaylarında derin bir umutsuzluk baş gösterdi ve 1994’te %92,43 ve 1999’da %88,40 olan seçime katılım yüzdesi, 2004 yılında %76,86’ya düştü. Özetle Ankara halkının yaklaşık dörtte biri sandığa gitmedi. 1999’da sol görüşlü partilere verilen oy oranlarının toplamı %42,53 iken 2004’te bu oran %30’a ulaşamadı bile. Oysa bu 2009 yerel seçimlerindeki gibi sol görüşlü tek bir aday çıkarılmış olsaydı oy oranı %42,53’ü bile geçerdi çünkü 1999’da da sol görüşlü birden fazla aday vardı ve şimdi kimsenin hesaplayamayacağı (yani benim hiç hesaplayamayacağım) bir sandığa küskün sol görüşlü kitle yine vardı.
Demeye çalıştığım şey şu: O yıllardaki sandığa küskün sol görüşlü kitle “Benim oyum bir şeyi değiştirmeyecek ki? Baksana, sol görüşlüler bile kendi aralarında bölünmüş çoktan!” demeyip sandığa gitseydi 1994’te de, 1999’da da, 2004’te Ankara‘da çok farklı sonuçlar görmemiz olasıydı.
(Yanlış anlaşılmasın; sol deyip duruyorum ama -sol görüşe destek vermeme rağmen- solun sağdan daha iyi olduğunu söyleyemem. En azından günümüz şartlarında, ülkemizin sol-sağ anlayışının böylesin bölücü bir yapıda olduğunu görüyorken. Bu konuyla ilgili “Siyasette fanatizm ve bölücülük” adlı bir yazım var, okumanızı isterim.)
Diğer üç ihtimal
Olacaklardan sorumlu olmak istememek: Bu, böyle düşünenler varsa kusura bakmasınlar, düpedüz korkaklıktır. Olacaklardan sorumlu olmak istememek, ülkenin vatandaşlığının getirdiği sorumluluğu üstlenmekten kaçınmaktır, vatandaşlık bilincinin kaybolmasıdır. Olanağı varken sırf korkaklıklarından dolayı oy kullanmamak, ülkenin istikrarını sağlamak veya ülkenin gidişatını değiştirmeye yanaşmamak, bir koyun olmayı kabul etmektir.
Tembellik: Eh, buna mantık çerçevesinde bir açıklama getirmek mümkün olmaz. Vatandaşlık bilincinin en azından yukarıdaki sebebi göstermeyi seçen koyundan bile daha az olduğu kesin bu tür insanlara ne desen boş.
Oy kullanamayacak durumda olmak: Fena bir hastalıkla uğraşmak, o gün kişinin veya kişinin bir yakınının başına feci bir olay gelmesi, kişinin oy hakkının bir şekilde elinden alınmış olması (Olmaz demeyin, oluyor.) falan… Bu yüzden oy kullanamayan kişileri suçlamamız sözkonusu olamaz.
Sonuç…
Unutmamamız gereken şey, oy oranlarının değişmesine rağmen oy sayısının değişmiyor oluşu. Örnek belediyemizde birinci parti tüm senaryolarda 350 oy alıyorken oy oranlarının değişmesi, ülkemizde yapılan seçimlerin sonuçlarında yapılan açıklamalarda kullanılan kriterlerin yanlışlığını ortaya koyuyor. Örnek belediyemizin kazanan partisi 4 senaryoda da “350 oy aldım.” demek yerine aldığı oy oranını açıkladığında ne demek istediğimi daha net anlayabilirsiniz. Bu durumda 2007’deki genel seçimlerde seçmenin yaklaşık 1/7’sinin, 6 milyon 743 bin 10 seçmenin sandığa gitmemesinden sonra çıkıp “Halkın yarısı bize oy verdi!” diye övünen partinin yaptığı hesap hatasını da kolayca fark edebiliriz.
Ve bir şey daha: 3 tane adayın ilkinin 3, diğer ikisinin 4’er tane seçmeninin olduğunu hayal edelim. İlk aday, kendisinin ne kadar güçlü olduğunu anlatıyor ve diğer iki rakibinin kendisi karşısında bir şansının olmadığını söylüyor. Diğer iki aday da yaptığı cılız açıklamalarla kendi seçmenlerini ikna edemiyor ve sonuç olarak ikinci ve üçüncü adayın ikişer seçmeni sandığa gitmemeyi tercih ediyor. Seçim, ilk adayın 3, diğer iki adayın 2’şer oyuyla sonuçlanıyor. Sayılar ve oy oranları değişebilir ama bu hesap değişmez.
29 Mart 2009’da bu hesabı hatırlayın ve oyunuzu kullanın. Hangi partiye oy atacaksanız atın, o konuda bir şey söylemek istemiyorum. Yeter ki oy kullanın.
Yorumlar kapalı.