2018 seçimleri üzerine: Mansur Yavaş’la bir söyleşi

Beyn’de ilk defa bir söyleşi yayınlıyorum, aynı zamanda hayatımda ilk defa birisiyle söyleşi yapmış oldum. Üstelik ilk söyleşimi öylesine bir insanla değil, 2014 yılında ülkenin en büyük gündemi olan yerel seçimlerin baş kahramanlarından biriyle, Mansur Yavaş’la yapmayı başardım.

Hazırlayacağım soruları son dakikaya kadar tekrar tekrar yazdım, ses kaydı alırken ufak tefek sıkıntılar yaşadım, hatta söyleşiden sonra evime dönerken fotoğraf çektirmeyi unuttuğumu fark edip tekrar Mansur Bey’in ofisine döndüm, biraz daha vaktini alıp fotoğraf çektirdim. Biraz acemice olsa da, kesinlikle dopdolu ve çok keyifli bir söyleşi oldu. Aynı keyfi sizin de almanız dileğiyle.

Not: Haber sitelerinin bu söyleşiyi olduğu gibi alıp kullanması konusunda bir sıkıntım yok, ama bir şartla: Söyleşi içeriğinin hemen üstüne Beyn’deki bu söyleşi sayfasına link vermelisiniz. Atıfta bulunurken link vermeden “Kaynak: Beyn” yazıp geçmeyin. Link verin ki, verdiğim emeğin karşılığı olarak insanlar bu siteyi ziyaret etsin. Şimdiden teşekkürler.

Giriş: Mansur Yavaş şu an ne yapıyor, bugünü nasıl yorumluyor?

Şu anda neler yapıyorsunuz, 2014’ten beri nerelerdesiniz?

Şu an için mesleğim olan avukatlığa devam ediyorum.

2014’teki yerel seçimler çok şaibeli olduğu için gerek YSK, gerek AYM ve AİHM’deki itiraz süreçlerini bizzat takip ettim. Bununla ilgili Strazburg’a kadar gidip geldim ancak orada da maalesef siyaset rol oynadı.

Şöyle de kısa bir bilgi vermek istiyorum: Biz oraya seçimlerin iptali için gitmemiştik; AİHM yerel seçimlere bakmıyordu ama YSK’ya verdiğimiz itiraz dilekçesinin bazı maddelerinin cevaplandırılmaması nedeniyle önce AYM’ye, daha sonra da AİHM’ye “adil yargı alma hakkımızın ihlal edildiği” gerekçesiyle gittik. Oradaki tetkik hakimiyle yaptığımız görüşmede “Eğer biz bu konuda bir karar verirsek yerel seçimlere bakmış olacağımız için, önceki içtihatlarımızı değiştirmiş oluruz. Bakmazsak da bu defa ‘adil yargılanma hakkını ihlal’ konusunu incelememiş olacağız, o da bizim için vahim olacak.” dedi. Ancak buna rağmen maalesef başvurumuzu incelemeden, işin esasına girmeden reddettiler.

En son referandum sürecinde kendi başımıza, genç bir ekiple hayır kampanyası yaptık. Onun haricinde hem siyaseti takip ediyorum hem de mesleğimi sürdürüyorum.

Geçtiğimiz yıllarda yaşanan terör olayları, darbe girişimi, referandum süreci ve ekonomik kriz hakkındaki yorumlarınız neler?

Maalesef 2014 sonrası ülkeye bir türlü huzur gelmedi. Sürekli aynı iktidarın iş başında olmasının ülkeye her yönden istikrar getireceği söylense de maalesef o istikrarı bulamadık. Gerek çözüm sürecinde, gerekse devlet içindeki yapılanmalarla ilgili şikayetler konusunda (özellikle 2010 referandumundan sonra) iktidar ağzını açıp bu konuda kendisini uyaran herkesi çok ağır hakaretlerle, hıyanetle suçlayarak karşılık verdi. Ama sonuçta iyi niyetle bu eleştirileri yapan herkesin haklı olduğu ortaya çıktı, ülkemiz bir darbe girişimi yaşadı. Ve şu anda maalesef ülkede iç huzurumuz da yok, güvenlik açısından da endişeliyiz. Demek ki tek başına iktidar her şey değil, önemli olan toplumsal uzlaşmayı sağlamak.

Referandum da şaibeli oldu biliyorsunuz; sonuçta oyların mühürlü olmasının bir sebebi vardı. Benim seçimimde (2014) mühürsüz ama filigranlı oylar geçersiz sayıldı, basit teksir kağıdına basılmış tutanaklar geçerli sayıldı. “Filigranlı oylar mühürsüz de olsa bir yere kadar geçerli sayılabilir, çünkü bunlar taklit edilemez.” demiştim ama YSK bunu reddetti. Aynı YSK 2016’da tam tersi bir karar verip mühürsüz oyları geçerli saymaya karar verdi, böyle bir çelişki yaşadı. Bu da Yüksek Seçim Kurulu’na ve ülkede yapılacak seçimlere olan güveni sarsmış oldu.

Ekonomik krize gelirsek… Tek başına iktidar olmasına rağmen hiçbir eleştiriye kulak vermeden, hatta kendi hükümetleri içinde ekonomiyi yöneten bazı insanları bile dışlayarak, yerine göre onların söyledikleri bütün eleştirileri göz ardı etti. Bu arada da sanki Merkez Bankası Kanunu, ülkedeki ekonomik kurullar boşa kurulmuş gibi sadece bir kişinin kişisel öngörüsüyle, emirle faizi veya doları düşürmek gibi uygulamalar oldu. Bu nedenle bugün maalesef ekonomik krizlerin en büyüğünü yaşıyoruz. Allah sonumuzu hayır etsin.

Yaptığı 2016 referandumu çağrısıyla Devlet Bahçeli resmen AKP saflarına geçmiş oldu. Sizce bu mantıklı bir hamle miydi?

Maalesef yanlıştı. Günümüzde MHP’de de her zaman için tek kişinin dediği oluyor. Hiç kimse ağzını açıp en ufak bir eleştiri dahi yapamıyor. Benim başıma gelenler ortada: 2011 yılında MYK üyesi olarak kendisine özel bir mektup yazdım, uyarı görevimi yaptım. Buna rağmen aynı gün telefon açıldı ve partiden dışlandım. O mektubumda benim itiraz ettiğim noktaların hepsinde haklı olduğum ortaya çıktı.

MHP’de maalesef bazı arkadaşlarımız hem idealist geçinip hem de düşünmeden, tartmadan, sorgulamadan yönetime razı oldu. Bir kısmı maalesef makam umuduyla ağızlarını açmadan duruyorlar.

Sonuç itibarıyla büyük bir grup da İYİ Parti’ye koptu. Benim gibi itiraz eden insanların sözleri sahiplenilseydi, Devlet Bahçeli bu kadar rahat davranamazdı. Maalesef şu anda bütün kararları tek başına alan Bahçeli, MYK’da veya başka bir yerde tartışmadan, sonuçlarını kestiremeden bir yola çıkıyor. 2016’daki referandum sürecinde de benzer bir karar verdi.

Tabii bunlar aysbergin görünen kısmı. Biraz daha incelediğinizde 2002’deki ani seçim kararının (ve bunun sonuçlarının), daha sonra 2007 genel seçimlerinden sonra Meclis’teki cumhurbaşkanlığı konusunda verilen kararının, 2010 referandumunda yapılan hataların (ki “hayır” denmesi doğruydu ama HSYK ve AYM düzenlemeleri dışındaki maddelerin Meclis’ten geçirilmesi ve sadece bu iki maddenin tartışılması sağlanabilirdi), 2011’de bizim uyarılarımıza rağmen dışlanmamız…

Sonuç itibarıyla MHP neye karşı çıktıysa, iktidara karşı neyi istemez gibi gözüktüyse hep tersi sonuçlar çıktı. Ben bunu şöyle de değerlendiriyorum: İstemezmiş gibi görünüp AK Parti’nin her istediğini yapabilmesi için önünü açtılar.

Başkanlık sistemine de, biliyorsunuz, çok sert karşı çıktı Bahçeli. En ağır hakaretleri kullandı. Bir siyasetçiye yakışmayacak kadar ağır hakaretlerde bulundu. Ama sonuçta baktığınızda Bahçeli’nin iktidarla ilgili “yapamazsın, edemezsin” dediği ne varsa bunların yapıldığı görünüyor. Ben Bahçeli’nin muhalif “görünerek” AK Parti’ye yardımcı olduğunu düşünüyorum. 2016’daki referandum ve bugünkü ittifakın bunların sonucu olduğunu görüyoruz.

Bu Milliyetçi Hareket Partisi’nin tümüyle tasfiyesine yönelik bir harekettir. MHP pusulada son defa yer aldı ama bir daha yer alacağını düşünmüyorum. İleride de “Zaten iki parti kaldı, sağcılar bir tarafa solcular bir tarafa.” gibi bir mazerete sığınarak 40 küsur yıllık bir partiyi yok edecekler.

Referandum sonrası AKP ve Recep Tayyip Erdoğan uzun süre erken seçim ihtimalini reddetti. Ancak daha sonra yine Devlet Bahçeli aracılığıyla erken seçim gündeme getirildi. Siz bunu bekliyor muydunuz?

Erken seçimi beklemiyordum ama sonuçta MHP istiyormuş, AK Parti istemiyormuş gibi erken seçime gittiler. Bunun daha önce görüşülmemiş olması mümkün değil; mutlaka bir takım hesaplar yapıldı. Çünkü şimdiye kadar Erdoğan’ın ağzından erken seçim hiç çıkmadı, üstelik erken seçimi telaffuz edenlere ağır ifadelerle cevap veriyordu. Sonuçta kendi istememiş gibi oldu ama bunların kurgulanmamış olması mümkün değil.

Şunu görüyorum: Gerek İYİ Parti gibi yeni bir partinin ortaya çıkması, gerek ekonomik şartlar ve komşularımızla olan ilişkiler AK Parti’yi bu yola itti diye düşünüyorum. İmkân olsa seçimi hemen ertesi gün yapacak pozisyona geldiler çünkü ne kadar geciktirirlerse ekonomik olarak dayanılmaz faturalar ortaya çıkacaktı.

Sonuç itibarıyla ben yine de bir iktidar değişikliği olmadığı takdirde ülkeye istikrar falan geleceğini düşünmüyorum. 16 yıldır tek başına her istediğini yapan, başbakanları, belediye başkanlarını görevden alan her şeye muktedir bir iktidarın yapamayacağı bir şeyin olmaması gerektiğini düşünüyorum. Yapabileceği bir şeyler olsaydı yaparlardı; halbuki toplumda huzuru ve barışı ortadan kaldırdılar. Bir iktidar değişikliğinin iyi olacağını düşünüyorum.

Erken seçim ilanından sonra vekillik, bakanlık veya cumhurbaşkanı adaylığı için kimse kapınızı çaldı mı? Sizin aklınızdan bağımsız başkan adaylığı geçti mi?

Cumhurbaşkanı adaylığı olarak sadece televizyonlarda ismim geçti. Seçimler normal zamanında yapılmış olsaydı, genç bir ekiple bir Türkiye vizyonu ortaya koyarak bunu kamuoyuna sunup, geri dönüşlere göre cumhurbaşkanlığına adaylığımı koyabilirdim. Şu anki muhalif adaylar gibi ben de yine parlamenter sisteme dönmeyi düşünürdüm. Ama erken seçimle buna fırsat kalmadı.

Vekillik ve bakanlık açısından da bir teşebbüsüm olmadı. Yönetici olduğunuz zaman icraat yapabilecek bir konumda olmalısınız. Geçmişte hem CHP’den, hem AK Parti’den ikişer defa milletvekilliği teklif edilmişti. Bu dönemde de Meclis’e girmem için teklifler geldi ama ben bunları düşünmedim bile.

Belediye başkanlığı çok daha aktif bir görev, benzer şekilde cumhurbaşkanlığı da öyle. Ama parlamentoya girdiğinizde grup disiplini altında, hiçbir şeyi doğru-dürüst tartışmadan sadece elinizi kaldırıp indiren bir pozisyonda kalıyorsunuz. Üstelik bu başkanlık sistemiyle Meclis’in fonksiyonunun tamamen ortadan kaldırıldığını düşünüyorum.

Gelişme: İttifaklar, oy tahminleri ve temenniler

Cumhur İttifakı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Eski bir ülkücü olarak, sizce MHP tabanının bu ittifaktan memnun olduğunu düşünüyor musunuz?

Cumhur İttifakı’nı zoraki bir ittifak olarak görüyorum. Bu ittifak, iki taraf da birbirine ihtiyaç duyduğu için kuruldu. MHP bu şartlarda zaten barajı aşamayacaktı; bu yüzden AK Parti’yle seçime girmeyi tercih etti. İktidar partisi de kamuoyu desteğini büyük ölçüde kaybettikten sonra MHP’ye sarıldı.

Biliyorsunuz, Tayyip Erdoğan’ın MHP’yle, milliyetçi düşünceyle ve Türk milliyetçiliğiyle ilgili çok ağır konuşmaları var. Devlet Bahçeli’nin de Tayyip Bey’e çok ağır konuşmaları olmuştu. Bunlar hiç olmamış gibi bir araya gelen zorunlu bir ittifaktır bu. 15-16 yıl boyunca birbirinizi şeytanlaştırıp, çok ağır hakaretler edip, şimdi hiçbir şey yokmuş gibi “hadi gidin oy verin” dendiği zaman ülkücü hareketin buna oy vermeyeceğini düşünüyorum.

Bunun bir örneği de var: 2014 Yerel Seçimleri’nde, Ankara’da, MHP belediye meclisi için %18’in üzerinde bir oy almasına rağmen belediye başkanlığında %7,5 oy aldı (ki bunun da %3-4 civarı 17-25 Aralık olaylarından sonra AK Partili seçmenin CHP’ye oy veremeyip MHP’ye kayması sonucunda oluştu). Benzer şekilde bugün de kendisine “ülkücü” diyenlerin büyük çoğunluğunun Tayyip Erdoğan’a oy vermeyeceğini düşünüyorum.

Millet İttifakı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce iyi bir strateji kuruldu mu, sizce daha iyi olabileceğini düşündüğünüz önerileriniz olur muydu?

Muhalefet ilk defa iktidara gol attı açıkçası. Gerek İYİ Parti’nin seçime sokulması konusunda Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı 15 vekillik desteği şaşırttı, iktidar hiç beklemiyordu. Daha sonra da bu şekilde bir ittifak kurulunca “sıfır baraj” durumu ortaya çıktı: Herkes kendi partisine oy verebilecek ve hiçbir oy da boşa gitmeyecek. Herhalde iktidar bu ittifak sistemini ortaya atarken muhalefetin bu şekilde yan yana gelebileceğini düşünmüyordu.

2014’te benim seçilmem için ülkücülerle sosyal demokratlar arasındaki husumet ortadan kalkmıştı. Şu anda da belki CHP’lilerin birçoğu Saadet Partisi’ne önyargılı bakarken SP liderinin kararlı duruşu ve özgül ağırlığını koyan bir lider görünümünde olmasını millet çok olumlu karşıladı. Ülkücülerin sosyal demokratlarla, Milli Görüş’çülerin CHP’lilerle birlikte hareket ederek herkesin Meclis’e girebilmesi konusunda uzlaşması, şimdiden ülkeye barışın geldiğinin bir göstergesidir. İnşallah Millet İttifakı daha da büyüyecektir, büyürse daha iyi olur.

Ama kişisel olarak HDP’nin dışarıda kalmasını da olumlu buluyorum. HDP’ye de oy veren vatandaşlar var, saygı duymak lazım, ancak geçmişteki olaylar ve HDP’nin kendini konumlandırdığı yer itibarıyla Türkiye partisi olamaması, terörden kendini açıkça soyutlayamaması yüzünden, iktidarın bunca basın ve propaganda gücü karşısında muhalefetin HDP’yi taşıyabilmesi mümkün olmazdı. Tabii bu ittifak dışında kalma nedenleri konusunda HDP’lilerin de dönüp kendileri açısından bir özeleştiride bulunmaları gerektiğini düşünüyorum.

Eğer siz cumhurbaşkanı adayı olsaydınız, İnce, Akşener veya Karamollaoğlu’ndan farklı olarak ne yapardınız, ne söylerdiniz?

Cumhurbaşkanlığı konusunda benim de kendime has fikirlerim var; çünkü bu ülkenin bir vatandaşı olarak ülkede iyiye gitmediğini gördüğünüz şeyler hakkında kafanızda “Bunları nasıl düzeltebiliriz?” sorusunu soruyorsunuz. Dünyada bu işi nasıl çözmüşler, özellikle kalkınmış ülkelerde niye bu problemler yok? Bunları sorguladıkça, bu sorunların çözümü için fikirler, formüller buluyorsunuz.

Saydığınız adaylarla ortak olarak düşündüğüm şeyler parlamenter sisteme dönmek, kuvvetler ayrılığını pekiştirmek, ülkeyi normalleştirmek ve huzura kavuşturmak gibi pek çok şey var. Bunlardan ayrı olarak sistemin işleyişiyle ilgili pek çok projemiz var ama hepsini bu söyleşide anlatma imkânım yok.

Ama bunların içinde en önemli projelerimden birisi yerel yönetimlerin güçlendirilmesi olurdu. Bunun HDP’nin savunduğu veya Avrupa Birliği’nin dayatmak istediği “siyasi özerklik” ile alakası yok tabii. Ama yerel yönetimlerin sayısının çokça artırılarak ve yönetimlerin küçültülerek hizmetlerin bu yeni yerel yönetim sistemiyle yapılması var aklımda. Bu sayede hem şeffaflığın sağlandığı, hem de yolsuzluğun ortadan kalktığı denetlenebilir bir sistem kurulabileceğine inanıyorum.

“Yerinden yönetim” herkesin söylediği ama hiçbir iktidarın yapmadığı bir şey, üstelik herkes bu sistemle ülkenin kalkınacağı konusunda hemfikir. Mesele bu işi birisinin gerçekten yapması; işte ben de “bunu ben yapacağım” diye ortaya çıkabilirdim, bunu da halka çok güzel bir şekilde anlatıp yeni bir heyecan, yeni bir ses getirebilirdim.

Seçimle alakalı tahminleriniz neler? Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kalır mı, hangi ittifak Meclis’te çoğunluğu alır?

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalacağını düşünüyorum, çünkü ilk defa moral-motivasyon olarak muhalefetin öne çıktığını, seçimi kazanmak için özgüven sahibi olduklarını görüyorum. Keza bu sosyal medyaya da yansıyor; sosyal medyaya baktığınız zaman, eskiden ağzını açamayan insanların birçoğu eleştirilerini yapabiliyor, yol gösterebiliyor veya görev almaya hazır. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan onca olaydan sonra insanlar artık kabuğuna çekilmişti ve bu iktidarın bir daha hiç değişmeyeceğini, hatta Türkiye’de bir daha seçim olmayacağını düşünmeye başlamışlardı, en azından o korku ortadan kalktı. İnşallah adil bir seçim olur.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasıyla birlikte, muhalefetin Meclis’teki milletvekili sayısının da daha fazla olacağını düşünüyorum. Ama bu olmaz ve Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen Meclis’te muhalefet çoğunluğu yakalarsa, seçimler de yenilenebilir.

Beyn.org vasıtasıyla buradan da vatandaşa çağrıda bulunalım: Verdiği oylara sahip çıksınlar, ve herkes kendi görüşü istikametinde oyunu kullansın.

Sonuç: 2019’daki seçimler ve ülkenin geleceği hakkında

2019’daki yerel seçimlerde belediye başkanlığına aday olmayı düşünüyor musunuz? İYİ Parti veya yeniden CHP söz konusu olur mu?

Tabii, çalışabileceğim uygun bir ortam olursa elbette. Ankara’da bu kadar tahribattan sonra tabii ki görev almak isterim. Çünkü insan gün geçtikçe daha da çok tecrübe kazanıyor ve tecrübe illa görevde kazanılmıyor. Gördüğünüz hatalardan ve yaşanan şeylerden de tecrübe kazanabiliyorsunuz. 2009’daki ilk adaylığımla şimdiki projelerim arasında bile bayağı bir fark var. Dolayısıyla böyle bir imkân olursa aday olurum ancak şu anda hiçbir partiye kayıtlı değilim. O günkü şartlar nasıl olur bilmiyorum; bugünkü gibi bir ittifak ortaya çıkarsa, yine bir toplumsal uzlaşma olursa çok daha iyi olur diye düşünüyorum.

Çünkü ben özü itibarıyla belediye başkanlarının siyaset yapmamasının, bir kamu görevlisi gibi çalışmasının gerektiğini düşünenlerdenim. Bunun da en güzel örneği şudur: Şu anda sayın Gökçek görevden alındı ve yerine gelen belediye başkanı sayın Mustafa Tuna da hiçbir polemiğe girmiyor, halkla ve diğer siyasi partilerle didişmiyor. Bu nedenle baktığınız zaman şu an Ankara’da huzur var. Bu huzur bile yapılan hizmetler kadar önemlidir. Tabii bu huzurla birlikte daha güzel hizmetler olsa çok daha iyi olur.

Son olarak: Ülkenin geleceğinden umutlu musunuz?

Ülkenin geleceğinden hiçbir zaman umudumu kesmedim. Zaman zaman çevremizde tartıştığımız insanlar oluyor, “Bu insanlar patatese, makarnaya oy veriyorlar” diye konuşanlar var. Hayır, öyle değil: Gerek benim Ankara seçimimde, gerekse 7 Haziran’da vatandaş bunun böyle olmadığını gösterdi. Menfaat karşılığında oyunu veren bir takım insanlar elbette vardır ama vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun feraset sahibi olduğuna inanıyorum. İnşallah bu da bir gün sandığa yansıyacaktır, temenni ediyorum ki 24 Haziran’da yansır.

Barış Ünver
25 Mayıs 2018

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.