Mustafa Kemal Atatürk gerçekten çok ilginç bir insan. Öyle cümleler kuruyor ki, bahsettiği en derin konuları bile -birazdan vereceğim örnekte olduğu gibi- iki cümleye sığdırabiliyor. Kelimelerini çok özenle seçiyordu herhalde çünkü sarf ettiği her kelime, istisnasız, kurduğu cümlenin anlamına ayrı bir katkıda bulunuyor.
Prof. Dr. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu‘nun “Atatürk: Yetişmesi, Kişiliği, Devrimleri” adlı bir kitabını okuyorum. Kitap 1973 yılında yazılmış ama kullandığı kaynaklar, 20. yüzyılın tamamını kapsayan bir tarih aralığında. Bir profesör oluşundan olsa gerek; çok ağır bir dille yazmış ve ben de mecburen ağır ağır okuyarak ilerliyorum. Okumaktan epey sıkıldığım ama her seferinde sıkıldığıma değdiğine şahit olduğum bu akademik eserlerin bir başka örneği olan bu kitabın “İlkeleri” bölümünde, Atatürk‘ün “Laiklik” ilkesi anlatılırken profesörün Atatürk‘ten yaptığı bir alıntı beni cidden etkiledi. Atatürk‘ün nasıl yetenekli bir konuşmacı olduğunun yanı sıra, konusuna nasıl hakim olduğunu bir kez daha görmüş oldum.
(6 buçuk yıl sonra gelen bir ekleme: Baltacıoğlu’nun kitabındaki kaynağı yeterli görmediğim için daha kapsamlı bir araştırma yapıp gördüm ki, Atatürk bu sözleri 1 Mart 1924 tarihli Meclis açılış konuşmasında söylemiş. Aşağıdaki sözleri de asıl kaynakta yazdığı şekliyle değiştirdim; değiştirince başlıkta değindiğim “iki cümle”ye bir cümle daha eklenmiş oldu. Kaynağa ulaşma serüvenimi bu bağlantıdaki yazıdan okuyabilirsiniz. Barış Ünver, 1 Mayıs 2016)
Alıntılanan söz şu şekilde:
(…) İntisap ile mutmain ve mesut bulunduğumuz diyanet-i İslâmiyeyi, asırlardan beri müteamel olduğu veçhile bir vasıta-i siyaset mevkiinden tenziye ve îlâ etmek elzem olduğu hakikatini müşahede ediyoruz. (“Bravo” sesleri, alkışlar) Mukaddes ve lâhûtî olan itikadat ve vicdaniyatımızı, muğlak ve mütelevvin olan ve her türlü menfaat ve ihtirasata sahne-i tecelliyat olan siyasetten ve siyasetin bütün uzviyatından bir an evvel ve katiyyen tahlis etmek, milletin dünyevi ve uhrevi saadetinin emrettiği bir zarurettir. (Alkışlar) Ancak bu suretle, diyanet-i islâmiyenin mealiyatı tecelli eder. (“Çok doğru, öyledir” sesleri)
Bu sözü, günümüz Türkçesine şu şekilde çevirebiliriz:
(…) Bağlılıkla inanıp mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde bir “siyaset aracı” makamından kurtarmak ve ayırmanın elzem olduğu gerçeğini görüyoruz. (“Bravo” sesleri, alkışlar) Kutsal ve ilahî olan inanç ve vicdanlarımızı, belirsiz ve değişken olan siyasetten ve siyasetin bütün unsurlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünyevi ve uhrevi mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. (Alkışlar) İslam dininin anlamı, ancak bu şekilde ortaya çıkar. (“Çok doğru, öyledir” sesleri)
Kısa bir açıklama getirmek istiyorum: Atatürk bu sözünde laikliği anlatırken, yani din ile siyaseti birbirinden ayırma amacını açıklarken; siyasetin içinden dini değil, dinin içinden siyaseti ayıklama olgusunu anlatıyor. Özellikle “kurtarmak” kelimesini kullanmasının sebebi, benim gördüğüm kadarıyla bu. Dinin ve vicdanın kutsallığını vurgularken siyasetin karmaşık ve kirlenebilecek bir alan olduğunu söylüyor; dolayısıyla dinin siyasete karıştığı durumlarda siyasetin kararsız yapısından ötürü dinin de zarar görebileceğine dikkat çekiyor. Haksız da değil; ta Atatürk zamanından beri dini siyasetle karıştıranların veya dini siyasete alet edenlerin yüzünden bazı kişilerin dinden nasıl soğuduğunu ben gözlerimle görüyorum.
Herkesin mantığını biraz olsun kullanarak çıkarabileceği sonuç şudur: Dinin siyaset sahnesinde bir araç olarak kullanılması dine zarar verirken, buna karşı geliştirilmiş laiklik düşüncesi dinin daha temiz bir ortama taşınmasını sağlayarak dini özgürleştiriyor. Ne yazık ki bunu gören insan sayısı da gittikçe azalıyor.
Yazı bu kadar. Konu hakkında daha çok yazmak isterdim ama Atatürk‘ün sözlerinden daha çok şey anlatmayacak.
Yorumlar kapalı.