Atatürk benim rakibimdir

Sakin olun; dikkat çeksin diye attım bu başlığı. Daha doğrusu, dikkat çekeceğini bildiğim için başlığı bu şekilde atmayı tercih ettim. Yazı boyunca gerçekten de Atatürk’ü rakip olarak gördüğümü anlatacağım. Dahası, neden hepimiz Atatürk’ü rakip olarak görmeliyiz, onu da anlatacağım.

Ben kim oluyorum da bunu diyebiliyorum?

Beni tanımayanlara kısaca kendimi anlatayım. Beni tanıyanlar, bu bölümü geçebilir.

1988 yılında doğdum. Çocukluğum ve ergenliğim, iki buçuk yıllık İstanbul maceram hariç, tamamen İzmit’te geçti. 2006 yılından beri Ankara’da yaşıyorum ve burada yaşamaya devam edeceğim gibi görünüyor.

Ailem, geniş ailem, arkadaş çevrem ve geniş sosyal çevremin neredeyse tamamı Atatürkçüdür. Atatürk’e sevgi duymayan insanları hiçbir zaman dışlamadım ama Atatürk’e saygı duymayan herkesten uzak durdum. Atatürk’ün hayatını baştan sona okudum, birçok insanın yazdıkları üzerinden Atatürk’ü tanıyabildiğim kadar yakından tanımaya çalıştım. Atatürk’ün kurduğu ülkeyi, ülkemizi her şartta savunacak içgüdünün bilincimden ve bilinçaltımdan yok olmayacağına adım gibi eminim.

Mustafa Kemal Atatürk, benim önderim. İdeolojik olarak kendimi sağcı, solcu, şöyle, böyle diye tanımlayamam ama “Atatürkçü” tanımı, benim için ideolojiyi de aşan bir tanım olduğu için kendimi rahatlıkla Atatürkçü olarak tanımlayabilirim. (Dilerseniz “Kemalist” kelimesini de kullanabilirsiniz, nasılsa ikisi özünde aynı anlamı ifade ediyor.)

Atatürk’e olan bağlılığımı sorgulamaya kalkacak herkesten hadlerini bilmesini rica ederek, bu bölümü tamamlıyorum.

Atatürk karşıtları hangi konuda haklı?

Sinir bozan bir soruyla devam edelim: Atatürk’e sevgi/saygı duymayanların, bu sevgisizliğini/saygısızlığını haklı çıkaran şey nedir?

Biziz. Yani senle ben, canım Atatürkçü arkadaşım. Mustafa Kemal Atatürk’e duyduğumuz sevgi ve saygıyı ifade ediş biçimimiz yüzünden, Atatürk imgesini belli bir kesimden uzaklaştırıyoruz. Kızmayacaksan anlatayım.

Atatürk, bu ülkeyi milletle birlikte kurdu. Ayrım yapmadan, belli bir kesimi dışlamadan, bugün bizim bataklık gibi saplandığımız saçma sapan polemiklere girmeden kurdu Türkiye Cumhuriyeti’ni. Sonra, erkenden gitti. Yapmak istediklerinin tamamını yapamasa da, bize harika bir ülke bıraktı.

Dize getirdiği “yedi düvel”, neredeyse Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ertesi günü çalışmaya başladılar. Dahili bedhahları da kullanarak, binlerce yıldır binlerce farklı yerde kullanılan “böl ve yönet” stratejisini büyük bir rahatlıkla hayata geçirdiler. Neden “büyük bir rahatlıkla” diyorum? Çünkü Mustafa Kemal Atatürk döneminin birleştirici gücüydü ama onun mirası olan devleti alan siyasetçiler, hiçbir zaman aynı birleştiricilikte olamadı.

Belki de Atatürk’ün ömrünün yetmediği en önemli konu, iç barış idi. Türk milleti olarak, biz de maalesef ayrışmaya dünden razıymışız: Etnik kökenlerimizde ayrıldık, ideolojilerimizde ayrıldık, inançlarımızda ayrıldık, hayat tarzlarımızda ayrıldık… Bu ayrışmalar “Aynı şekilde düşünmüyoruz ama olsun, saygılıyız.” şeklinde olsa iyiydi ama biz “BÖNÜM DOĞRUM TÖK DOĞRU, BÖNÜM GÜBÜ DÜŞÜNMÜYOĞSAN YOK OLMOLUSUUUNNN” kafasına girdik ve bu kafadan çıkamadık. (Abarttığımı düşünüyorsanız, en sevmediğiniz siyasetçiye ters bir zamanınızda içinizden verdiğiniz tepkiyi hatırlayın. Hiçbirimiz masum değiliz.) Böl-yönet stratejisini uygulayanların istediği, belki de yardımcı olduğu süreçlerde zaman zaman birbirimizi öldürecek konuma bile geldik.

Konu Mustafa Kemal Atatürk olunca, daha da sapıttık. Uzatmayacağım, geldiğimiz uç noktalardan örnekler vereceğim:

  • Bir taraf “Atatürk tek particiydi!” derken, diğer taraf bu yanlış bilgiyi düzeltmek yerine “Kudur, Atatürk’ün tek parti dönemi bu ülkenin başına gelen en iyi şeydi!” diye karşılık veriyor.
  • Bir taraf “Atatürk dinsizdi!” yalanını söylerken, diğer taraf “Oh olsun, evet dinsizdi ve iyi ki de dinsizdi!” gibi salakça bir yanıt veriyor.
  • Bir taraf “Atatürk’ü putlaştırmayın!” diye bağırırken, diğer taraf “Putlaştırırız ulan, Atatürk’ten daha büyük birinin gelmesi mümkün mü?” diye cevap veriyor.

Ve yazımın ana fikri de, bu son örnekte verdiğim “karşılık”tan doğuyor.

(Sonraki bölüme geçmeden önce bir not: Binlerce sayfa kaynak göstersem de, Mustafa Kemal Atatürk’ün dindar bir kişiliğe sahip olduğuna inanmayacak insanlar var maalesef. Atatürk’ü sevmeyen inançlı kesim kadar Atatürk’ü seven inançsız kesim de bu yalana ortak oluyor. Hangi kesime ait hissettiğinizden tamamen bağımsız olarak; belgelendirilmiş gerçeklere inanmamayı huy hâline getirdiyseniz, bu yazıyı okuduğunuz beyn.org sitesiyle işiniz olmaz. Selametle.)

Atatürk’e zarar vermenin en etkili yolları

Çocukken okullarda okutulan meşhur bir şiir vardır:

ATATÜRK’TEN SON MEKTUP

Siz beni hâlâ anlayamadınız,
Ve anlayamayacaksınız çağlarca da,
Hep tutturmuş “yıl 1919, Mayısın 19’u” diyorsunuz,
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övünüyorsunuz.

Mustafa Kemal’i anlamak bu değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler,
Siz bana neler yaptınız ondan haber verin,
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin,

Mustafa Kemal’i anlamak yerinde saymak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Bana muştular getirin bir daha,
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan;
Kuru söz değil iş istiyorum sizden anladınız mı,
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı,

Mustafa Kemal’i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil

Hâlâ o acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Hâlâ oturmuş 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz,
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın,
Uluslar, fethine çıkıyor uzak dünyaların.

Mustafa Kemal’i anlamak göz boyamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız,
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil,
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar,
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.

Mustafa Kemal’i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü
Görüyorum ki hâlâ aynı yerdesiniz hiç ilerlememiş;
Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek dururken,
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen,

Mustafa Kemal’i anlamak işitmek değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla,
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla,
Bu vatan, bu canım vatan sizden çalışmak ister,
Paydos öğünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter!

Mustafa Kemal’i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Halim Yağcıoğlu
(Kaynak)

Halim Yağcıoğlu’nun, Atatürk’ün ağzından yazdığı bu şiir üzerine gerçekten düşündünüz mü? Evet kaynak Atatürk değil ama gerçekten Atatürk’ün ağzından çıkabilecek sözler, düşünceler var şiirde.

Her şeyden önce, Atatürk’ün putlaştırılmaması, kutsallaştırılmaması lazım. Atatürk’ün hayatını sanki bir peygamberin hayatı gibi düşünürsek, onun doktrinlerini bir din gibi sorgulamadan kabul edersek, hele hele bunu Atatürk karşıtlarına inat veya nispet olarak yaparsak, Atatürk’e ve yaptıklarına en büyük zararı biz vermiş oluruz.

Diyelim ki aileniz sizi Stefan Zweig kitaplarından nefret edecek şekilde yetiştirdi (ve başarılı oldu). Sonra biri çıkıp gelse, sizi Zweig okumaya, onu sevmeye yöneltmesi için neler yapsa sizde tam tersi etki yaratırdı? İşte, Atatürk’ü övmek adına onu ulaşılmaz bir mertebeye koyacak, putlaştıracak düşünceler Atatürk karşıtlarında bu etkiyi yaratıyor.

“Bize ne? Atatürk’ten nefret eden kendi kaybeder.” mi diyorsunuz? Aferin; 1938’den beri Atatürk karşıtlarının sayısını katlanarak artıran zihniyetin devamısınız. Bu millete Atatürk’ü unutturmak isteyenler size minnettar.

Ayrıca Atatürk’ün yaptıkları saygın işler, büyük devrimler elbette konuşulacak. Ama bunları sadece konuşursak, o işlerin üzerine yeni işler yapmayı, o devrimlerin üzerine yeni devrimler yapmayı düşünmezsek Atatürk’ün onca çabası da boşa gider.

Şiirde Atatürk (ağzından Halim Yağcıoğlu) bizi çok güzel sorularla azarlıyor: Köylere ışık gitti mi? Yoksulluğu, açlığı bitirdik mi? Atatürk’ün adıyla uzaya çıktık mı? Uygar ülkelerle arayı kapattık mı? Yoksa, yine şiirde yazıldığı gibi, halka eğilmek dururken birbirimize düşüp 19 Mayıs’larda övünüyor ve 10 Kasım’larda ağlaşıyor muyuz?

Sonuç: Atatürk’ten daha iyi, daha büyük olmak mümkün mü?

İnanmayacaksınız ama mümkün. Hattâ, Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkeyi emanet ettiği gençlerden en büyük isteği buydu.

Atatürk, çağdaşlarına göre müthiş öngörü sahibi bir insandı; buna rağmen bugünün mobil uygulamalarını, blokzincir teknolojisini, küresel iklim değişikliğinin etkilerini, eğlence sektörünün gelişimini bilmesi için kâhin olması gerekirdi. (Zaten her şeyi tahmin etmesini de bekleyemeyiz.) Bizim yapmamız gereken; yeni dünyayı veya dünyanın yeniliklerini onun kafasıyla, onun doktrinleriyle düşünerek onun kadar önemli işler çıkarmak. Gerçekten Atatürk’le rekabete girer gibi, “Atatürk olsa bunu nasıl yapardı, daha iyisi nasıl yapılabilir?” diye sormak… Atatürk’ün izinden gitmek budur. Atatürk’ün yaptıklarından iyisini yapmaya çabalamadan onun izinden gitmiş saymayın kendinizi!

(Gerçi “izinden gitmek” sözünü belki yanlış seçmiş büyüklerimiz, çünkü “birinin izinden gitmek”, o kişinin bir yere ulaştığını ima eder ve onun izinden giden de, onun bıraktığı izleri takip eder. Hâlbuki bizim yapmamız gereken, Atatürk’ün ulaştığı yerden devam edip onun mirasını hak ettiğimizi ona ve dünyaya kanıtlamak olmalıdır.)

Atatürk’ün yaptıkları geçmişimizin, söyledikleri de geleceğimizin rehberidir. Onu yalnızca anarak bir yere varamayacağımız, yerimizde sayacağımız bir gerçektir; üstelik biz yerimizde sayarken bir şekilde ilerlemeyi başaranların da gerisinde kalırız.

Atamızı anacağız. Yalnız anılacak günlerde değil, her gün anacağız belki. Ama onu anmakla kalmayacağız, anlayacağız da. Onun bize bıraktığı mirası geliştirmek görevimizdir ve bu görevi yerine getirmenin şartı da ondan daha iyi olmaya çalışmaktır.

Sevgiler.

Barış Ünver
10 Şubat 2022

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

“Atatürk benim rakibimdir” üzerine bir yorum

  1. Çok güzel ve açıklayıcı bir yazı olmuş.Teşekkür ederim çok beğendim.

Yorumlar kapalı.