“Atatürkçülük Nedir?” kitabından notlar (2)

Mustafa Kemal Atatürk‘ün yakın dostlarından, gazeteci ve yazar Falih Rıfkı Atay‘ın “Atatürkçülük Nedir?” adlı kitabının çeşitli yerlerini not olarak düştüm ve kitabı bitirdikten sonra Beyn’de yayımlamaya karar verdim.

Yazının sonunda, yazı dizisi haline getirdiğim bu çalışmamın yazılarını bulabilirsiniz.


Atatürk’ün Türkçe Kur’an okutması (sf. 26)

Halkın, anlaşılacak dilde yani Türkçe olarak Kur’an okutulmasının nasıl tepki çektiğini anlatan kısa bir anı:

Atatürk büyük bir İstanbul camiinde, bir hâfıza Türkçe Kur’an okutmuştur. Cemaat Türkçe Kur’an’ı “huşû” ile dinlemiştir. Yanında ne asker, ne polis, ne jandarma vardı. (Falih Rıfkı Atay)

Atatürk diktatör müydü, özgürlükçü müydü? (sf. 27)

Bu alıntı önemli:

Binlerce kişiye Atatürk’ün Türk yazısını temelden değiştiren sözlerini okudum. Coşkunca bir alkıştır, koptu. İki gün sonra da Anadolu yolculuğuna çıkarak halka yeni yazı öğretmenliği etti. Bu tepeden inme bir olup bitti idi. Büyük Millet Meclisi’nin haberi bile yoktu. Metodun diktatörce olduğuna şüphe edilemez.

O devrin Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’nda ise, rejimin “kayıtsız şartsız millî hâkimiyet” olduğu ve milleti de ancak Meclis’in temsil ettiği yazılı idi. Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu, Atatürk’ün devamlı kontrolü altında meydana gelmiştir. Bu da tam bir demokrasi demektir. (Falih Rıfkı Atay)

Ayrı alıntılar gibi gözükse de iki paragraf art arda yazılmış. Zamanın şartlarına göre diktatörce yöntemlerin (Neden “diktatörce” kelimesi yerine “yöntemlerin” kelimesini vurguladığımı düşünün.) uygulandığı kabul ediliyor ama zamanın şartlarında birkaç defa uygulanması gereken yöntemler haricinde, Atatürk’ün bütünde “tam bir demokrasi” anlayışını benimsediğini ve benimsettiğini anlıyoruz. “Atatürk diktatördür.” diyen tiplere bu iki paragrafı üç yüz defa okuması ödevini veriyorum.

Atatürk, ırkçılık ve “Türk” kelimesi (sf. 34)

O zamanki Türkçülük akımını çok iyi açıklayan bir paragraf:

Türk olmak, Atatürk’ün başlıca şeref duygusu idi. Şimdi de plâklarda dinlediğimiz, Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü nutkundaki “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü yüreğinin tâ kökünden kopmuştur.

Fakat panislâmizm gibi, pantürkizme de karşı idi. O bir hayâlci ve bir yığın oyalayıcısı değildi. Bir defa Türk Ocağı’na birlikte gitmiştik; Ocak tüzüğünü bir hayli eleştirdi. Sonra da Türk Ocağı yerine Halkevi açmıştır.

İrredantizmin* faydasız ve tüketici bir hayâl olduğunu bildiği kadar, ırkçılığın ayırıcı ve parçalayıcı bir yalan olduğu inancında idi. Bir vakitler Millet Meclisi’nde, Atatürk’ü milletvekili seçtirmemek için Selânik’te doğup Millî Mîsâk sınırları içinde bir şehirde devamlı olarak beş yıl oturmamış olması, bir yabancılık belgesi gibi kullanılmak istenmiştir.

Atatürk için Türklük bir dil ve kültür işi idi. Türküm, diyen her Türkiyeli Türk’tür. (Falih Rıfkı Atay)

* İrredantizm: Türkçe karşılığı “kurtarımcılık” olup, aynı dil, din, soy ve kültüre sahip olup da farklı devlet sınırları içinde yaşayan toplulukların birleştirilmesi fikridir.

Ekonomik bağımsızlaşma için yapılanlar (sf. 44-45)

Ne sosyalizm, ne liberalizm, hiçbir ekonomik yol araştırmasında değildik. Limanlar, rıhtımlar, deniz yolları, bankalar, fenerler, elektrik, havagazı, yıkanma suyu, ithâlât, ihrâcât… Hepsi yabancıların veya İstanbul Hıristiyanlarının elinde idi. 12.000.000 lira gibi Batı’da ancak anonim şirket sermayesi olabilecek bir bütçe ile; yanmış, yıkılmış ekonomisi kökünden sökülmüş, üstelik en iyi kazançları yabancıların elinde bulunan; savaşlar, göçler artığı topraklarda yeni bir devlet kuruyorduk. Türk’ün parası yoktu. Anadolu çarşılarının yeniden Türk olmayanların eline geçmemesi için, onlara İstanbul belediye sınırları dışında oturma izni vermiyorduk. Türkleri kendi vatanlarına hapsetmiştik: Çalışacaksınız; tüccar, esnaf, zanaatkâr olacaksınız, sizi böyle olmaya mahkûm ettik diyorduk. (Falih Rıfkı Atay)

Bu yazı dizisindeki tüm yazılar

Barış Ünver
23 Aralık 2009

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.