Son derece başarısız bir aşk hikayesi (9)

…Olayın devamı, hiç de düşündüğüm gibi utanç verici bir şekilde gelişmedi. Çok daha fena şeyler oldu.

9. Bölüm: Üçüncü vurucu replik

Kısaca, anlamsız bir şekilde havadan-sudan konuştuk. Sonra birden “Eee, anlatacak mısın?” dedi. Neyi konuşacağımızı daha önce konuşmadığımızdan aldığım cesaretle “Herhalde biliyorsun.” dedim. “Evet.” dedi. Kızardığım kesinlikle belli oluyordu. Üçüncü vurucu replik de bu anda, bir anda geldi: “Barış, ben senden hiçbir zaman o anlamda hoşlanmamıştım ki?”

Anlamsız, mantıksız bulduğum ve açıklayamadığım, açıklık getiremediğim olaylar karşısında çok öfkelenirim. (Ben İstanbul’dayken yaptığımız ilk telefon görüşmesinin ardından de bu yüzden çıldırmıştım.) Yine burnumdan solumaya başladım. Arkadaşlarımızdan ayrı bir masada oturduğumuz zamanlara, zerre alakam olmadığı halde beraber gözlemevine gittiğimiz zamana, onun dersine girdiğim ve hocadan gizli sohbet edip “SOS” oynadığımız zamanlara, bana hayatını açık açık anlattığı ve benim ona hayatımı açık açık anlattığım zamanlara, metroya rağmen Tandoğan’dan Kızılay’a o yaz sıcağında yürüdüğümüz zamanlara, aynı pasta dilimini paylaştığımız zamanlara açıklık getiremiyordum ve o 5-6 ay içerisinde Nermin’in de bulunduğu her an, her anı aklıma geldikçe öfkem de büyümeye devam ediyordu.

Ne söylediğimi şu anda hatırlamıyorum ama sakince kısa bir nutuk atıp kafeteryadan dışarı son hızla çıktım. Buket’i arayıp bağıra çağıra olayı anlatmaya başladım. “Neden?” diye sormamı tavsiye etti. Telefonu kapattıktan sonra biraz düşündüm, teklif çekici geldi ve kafeteryaya dönüp Nermin’i tekrar aynı masaya çağırdım. Bariz bir sıkkınlıkla masaya döndü ve sorumu yanıtladı. O yanıtı da hatırlamıyorum ama hiçbir şey söylemeden tekrar aynı hızla kafeteryadan çıktığımı, bu sefer çıkarken birkaç kişiye omuz attığımı hatırlıyorum.

Tandoğan metro istasyonunun hemen yanındaki hastaneye girip sakinleştirici bir şeyler istedim. Sakinleştikten, ayıldıktan sonra metroyla, dertleşmeyi çok sevdiğim bir başka insan olan Betül ablamın ofisine gittim. İyi ki o gün oradaymış ve işi-gücü yokmuş (veya benim için işini-gücünü bırakmış) çünkü onunla konuştuktan sonra çok rahatladım. Akşam da Buket’le buluşup son havadisleri aktardıktan ve tartıştıktan sonra, neredeyse kuş gibi hafiflemiş olarak eve döndüm.

Ne var ki, o rahatlama duygusunun gerçek olmadığını ve duygularımı bastırdığımı tahmin edememiştim. Asıl rahatlamayı, 1 ay kadar sonra yaşadım.

Kasımın sonlarına doğru, içkili bir ortamdan eve dönmek için metro yerine ayaklarımı kullanayım dedim. İzmir Caddesi’nden geçerken durdum. Mayısın başında Nermin’le beraber yemek yediğimiz, gecenin o vakti elbette kapalı olan yerde oturdum, hüngür hüngür ağlamaya başladım. Hala anlam veremiyordum: Benden gerçekten hiç hoşlanmamış mıydı? Yoksa kestirip atmak, beni başından savmak için mi öyle demişti? Artık bu anlamsızlığa öfkelenemiyor, yalnızca üzülebiliyordum. Üstelik çok üzülüyordum; daha önce hiç bu kadar mutsuz ve çaresiz hissettiğimi hatırlamıyordum. 10-15 dakika orada durup, ağlayıp eve döndüm. Eve döndüğümde, belki de bu kadar ağlayıp içimde kalanları boşalttığımı düşündüm ve hem buruk, hem de huzurlu bir şekilde yattım, uyudum.

Sonunda bitmişti galiba.

Bu yazı dizisindeki tüm yazılar

Barış Ünver
31 Ekim 2010

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.