17 Ağustos

Zaga’yı izlemişiz ablamla, 2 gibi yattık. Annem ve babam evde yoklar; yarım saat sonra, 2 buçuk gibi dönecekler ama.

Fena bir gürültüyle kalktım. Gözlerimi açmama rağmen, gözlerim kapalıyken gördüğüm ile aynı şeyi gördüm: zifiri karanlık. Ablam yatağı sallıyor.

Gürültünün arasından babamın bağırışını duyuyorum: “Barış uyan! Barış kalk! Barış buraya gel!”. Babamdan aldığım direktiflerle (belli ki onun gözleri karanlığa alışmış) aşağı iniyorum, oturma odasına geçiyoruz. Ablam yatağı sallamıyormuş, hala sallanıyoruz çünkü. Annem yanımızda, bize sarılırken babam terlik getiriyor. Deprem bitmiş ama oturma odasının duvarları suratlarımıza patlıyor. Bina çökecek. Ağzımda beton tadı var. Halâ uyanamamışım ama korkuyorum.

Annemlerin yatak odasındaki balkona gidiyoruz. Babam, 4 yıl önce eve hırsız girdiği için yaptırdığı demir kapının kilidini açmaya uğraşmıyor, terlikli ayaklarıyla BAM diye yere seriyor kapıyı. Annem yataklarındaki pikeyi alıp balkonun demirine bağlıyor. Aşağıda bir komşu amca var. Annemin bağladığı pike aşağıya kadar yetişmediğinden onun kucağına atlıyoruz. Babam arabanın ve evin anahtarlarını ve cep telefonlarını almış, en son o iniyor aşağı. Arabaya atlayıp anayola park ediyoruz. Apartmanın yıkılma menzilinden çıkarken görüyorum ki bir arabanın üstüne apartmanın bacası düşmüş.

Sabaha kadar orada duruyoruz. Babam, diğer komşularla evlere girip gerekli eşyaları çıkarıyor, ölüm riskini göze alıyor. Ben üşüyorum diye bana evden bir ceket getiriyor. O sırada araba sallanmaya başlıyor.

Sabah 6’ya doğru, bir yıl sonra rahmetli olacak dedemin evine gidiyoruz.

Onların apartman sağlam, birkaç çatlak dışında bir şey yok. Dedem ve kızı, annemin kardeşi olan teyzem, dışarıdalar, bizi bekliyorlar. Konuşup anlaşıyoruz ve hep beraber Şirinyalı’ya, sağlam olan ikinci yere gidiyoruz.

Yolda uyuyorum, uyanıyorum falan; kafam düşüp duruyor. Pisa Kulesi gibi binalar görüyorum. Ne olduğunu biliyorum, Hayat Bilgisi kitaplarından okumuşluğum var geçmişte, ama adını unuttum. Annem “deprem” diyor ama ben ısrarla “derbent” kelimesine benzeyen, aynı anlamlı başka bir kelimenin olduğunu iddia ediyorum.

Şirinyalı’ya varıyoruz. Altımda, birkaç yıl sonra rahmetli olacak ninemin diktiği ördek desenli, yavruazı renkte, fena halde utanç verici ama aynı zamanda fena halde rahat pijamam var. Yazlığa girip bir kıyafet arıyorum değiştirmek için, şansıma, birkaç hafta yazlıktan eve geri taşınırken orada unuttuğum bir şort ve tişört buluyorum.

Yazlığın beton sahasının çevresindeki çim alana çadırlar kuruluyor, tüm yazlık ahalisi (bütün mahalle) birkaç gün orada yatacağız. Ankara’dan amcamlar, kuzenim Boğaç abi geliyor.

Ertesi gün (veya ondan sonraki gün) telaşlı bir hava var yazlık içerisinde ama ben olaylardan bihaber, bisikletimle geziyorum. Yazlıktan bir arkadaşım bana kızıyor: TÜPRAŞ yanarken ben nasıl olur da bisiklete binecek kadar rahat davranıyormuşum?

Bir patlama gerçekleştiği takdirde patlamanın Şirinyalı’ya kadar ulaşacak bir etkisi varmış. Depremde korktuğumdan çok, bu patlama ihtimalinden korkuyorum.

Hereke’nin ötesindeki Tavşancıl’a gidiyoruz arabayla; bir gün orada kalıyoruz. Sanırım bir gün daha kalıyoruz. (İnsanlar yaşadıkları faciaları bilinçsizce akıllarından silerlermiş; benimki de ondan olsa gerek.)

Birkaç kilometre ötemizde, fındık kadar gözüken devasa bir yangın var. TÜPRAŞ patladığında İzmit haritadan silinir diyorlar. Kocaeli, Adapazarı ve İstanbul’a tüm dünyadan yardım geliyor.

Yangın sönüyor, rahatlayıp yazlığa geri dönüyoruz. Sanırım ekime kadar yazlıkta kalıyoruz, çünkü evimiz ağır hasarlı durumda. Okulların başlamasına yakın İzmit’te, annemin büro olarak kullandığı ufacık daireye taşınıyoruz.

Sonra deprem yüzünden psikolojiler bozuluyor. Ailecek asabi bünyelere kavuşuyoruz. Birkaç ay birikimlerimizi yiyoruz, sonra borçlanıyoruz falan… Ailede yaşanan kavgalar artıyor. Hepsinin sebebi de bu deprem.

Öyle işte.

Yazıya ablamın ekleme ve düzeltmeleri

Annem Nevşehir’de, babam da Ankara’daydı. Yolda telefonlaşmışlar ve Ankara’da buluşup İzmit’e dönmeye karar vermişler. Aslında ilk niyetleri Ankara’da yatıp, sabah güzdüz gözüyle gelmekmiş.

O yaşımıza kadar ranzada yatmışız. Üstte Barış, aşağıda ben. Yatağı senin salladığını sanmıştım. Hatta bana yukarıdan oyuncaklarını attığını düşünüyordum. Daha sonradan fark ettim ki, suratıma gelen şeyler, ranzanın yaslı olduğu duvardan fırlayan beton parçalarıymış.

Apartman 7 katlıydı, biz de birinci katta oturuyoruz. Ama tüm apartmanın ağırlığından basınç oluşmuş, bizim sokak kapısı açılmaz olmuştu. Mecburen balkondan çıkacaktık. Annemlerin yatak odasının geniş bir balkonu vardı. Zamanında hırsızlar bizim evi de ziyaret ettiği için hem pencerelerde hem de balkon kapısının önünde demir parmaklık vardı, üzerinde de asma kilit. Gecenin o saatinde ve o ruh haliyle anahtarları bulacak halimiz yok. Babam can havliyle demir kapıya bir tekme savurup, kapıyı yerinden çıkarmıştı. Sonra da ayağı çok ağrımıştı yanlış hatırlamıyorsam.

Balkondan kucağına atladığımız kişi galiba Hüseyin amcaydı, Oya teyzenin eşi. Apartmandan en son biz çıkmıştık.

Biz çıktıktan hemen sonra babam tekrar eve girmedi, önce gidip çevrede yıkılan binalardan insanları çıkarmaya gitti diğer komşularla, daha sonra eve yeniden girmiş olabilir.

Aslında o üstüne baca yıkılan yerde normalde bizim araba dururdu ama o gece annemler eve geç geldikleri için mecburen başka yere park etmişler.

Amcamlar yazlığa minibüsle gelmişlerdi. Gelip babamı almışlar sonra eve gidip içeriden çıkarabildikleri kadar eşyayı minibüse yüklemişlerdi.(tv, bilg. vs.)

Tüpraş’ın patlama riski ortaya çıktığında ilk önce Tavşancıl’a gittik. (Hereke’den daha ileride) Orada bir tepeye çıktık ve Tüpraş’ın dumanlarını kendi gözlerimizle gördük. Oradan batıya doğru kaçmaya devam ettik, Darıca’ya vardık. Bir evin bahçesinde misafir olduk, ev sahibi Kayseriliymiş dedemle epey muhabbet ettiler. Sonra haber geldi, Tüpraş patlarsa İstanbul bile kalmazmış. Biz de bir karar verdik ve sabah doğruca Ankara’ya gittik. Ordakiler bizim gelmemize çok sevindiler. İki gün orda kaldık sonra tehlike geçince geri döndük.

Okullar ekim sonu, kasım başı gibi açılmıştı o sene.

Biz de biraz olsun nefes alabilmek, ruh halimizden kurtulabilmek için Bodrum’daki devremülke gittik. Tam denk gelmişti yani.

Barış Ünver
17 Ağustos 2007

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

Yorumlar kapalı.