Koalisyon nedir?

Koalisyon, ülkemizde epey kötü şöhretli bir kavram. Özetle, “toplamı 276’yı geçen birden fazla partinin ortak olarak kurduğu hükümet” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu kavramın neden sevilmediğini, neden zararlı olduğunu, neden faydalı olduğunu ve neden önemsenmesi gerektiğini anlatmaya çalışacağım.

1. Koalisyonlar neden sevilmez?

Öncelikle, ideoloji sahibi hiçbir siyasi parti, diğer siyasi partileri beğenmez. En fazla oya sahip olan partiler de, birer ideolojisi olan partiler olduğundan dolayı, koalisyonlar çok zor şartlarda kurulur. Partizanlıklarını (bir şekilde) bir kenara koyan parti yönetimleri (bir şekilde) diğer partiyle/partilerle anlaşsa bile, partilerin alt yönetim tabakaları ve ideolojik tabanları bu birliktelikten (hiçbir şekilde) memnun kalamaz.

Bu sessiz gerilim, koalisyon hükümetinin performansına da yansır. İdeolojik bakımdan olmasa da, oy bakımından üstün olduğu için diğer koalisyon ortaklarına (farkında olarak veya olmadan) azıcık tepeden bakan birinci ortak, hem diğer ortaklarla arayı bozmadan devleti yönetmek, hem de kendi oylarını artırarak bir sonraki genel seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkmak ister. Bu da, en başta değindiğim sessiz gerilim gibi koalisyon hükümetinin çalışmalarını etkiler.

Bu ve bunun gibi sebepler dolayısıyla, çoğunlukla bir sonraki olağan genel seçim yaklaşmadan koalisyon ortağı partiler birbirlerini yiyip bitirirler ve hükümet düşer. Ya erken seçim olur, ya Meclis bünyesindeki diğer parti(ler) ile yeni ortaklıklar, yeni koalisyonlar aranır.

2. Koalisyonlar neden zararlıdır?

  • Çünkü ülkemizde siyaset -henüz- evrimini tamamlayamadı.
  • Çünkü ülkemiz siyasi partilerinde hala ideolojik kamplaşmalar mevcut.
  • Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana neredeyse 88 yıl geçmiş olmasına rağmen daha hala ülkemiz siyasetçileri arasında bir çekişme, bir “savaşma” durumu var.
  • Çünkü ülkemiz siyasi partilerinin aşağı-yukarı tamamı, diğer partilerin ülkeye zarar vereceğine inanıyor.

Neyse… Bu “çünkü”lerin sonucu olarak zorla, güç-bela oluşturulan koalisyonlar da karmaşık, derin duygularla kuruluyor ve haliyle ömürleri uzun sürmüyor. Bu kısa ömürlü hükümetler de çoğu zaman ülkenin yerinde saymasına sebep oluyor, kalkınmasını engelliyor.

Kısa fıkra molası: Cehennemdeki zebani açığını kapatmak için başzebani, günahkârları milletlere göre kategorize eder ve her milleti ayrı kazan tarlalarına koyar. Türklerin bulunduğu kazanların başına ise zebani koymaz. Başzebani, bunun nedenini soran zebanilere şu yanıtı verir: “Türkler, kazanın başında kimse yok diye dışarı çıkmaya çalışıyorlar ama hepsi de diğerlerinin üstüne basıp önce kendilerini kurtarmak istiyorlar. Böyle olunca hiçbiri çıkamıyor zaten.”

(Dikkat: Yazının bir sonraki bölümünü okuduğunuzda göreceksiniz ki, kısa ömürlü hükümetler illa ki ülkenin kalkınmasını engellemiyor.)

3. Koalisyon hükümetlerinde başarılı örnekler yok mu?

Var. İkisini de “yarı başarılı, yarı felaket” diye nitelendirmekten başka şansım yok ama var:

54. Hükümet: “REFAH-YOL Hükümeti” diye bilinen, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi‘nin oluşturduğu, 1 yıl süren, çok büyük rahatsızlıklar yaratan bu koalisyon hükümeti, pek de çamur atmak gibi durmayan, doğrulanabilir suçlamalara rağmen sanıyorum ülkeye en hayırlı koalisyon hükümetlerinden biri olmuştur. Şuna bakın:

  • Memura %100 maaş zammı yapılmış ve devamında yapılan, enflasyon oranında aylık zamlarla memurun enflasyondan etkilenmesi engellenmiş. (Necmettin Erbakan‘ın bu konudaki açıklamasını izleyin.)
  • Asgari ücrete %101 zam yapılmış.
  • Memur emeklilerine %116, işçi emeklilerine %121, Bağ-Kur emeklilerine %221 reel maaş zammı uygulanmış.
  • Bütçeden tarımsal desteklemeye ayrılan fon, %150 oranında arttırılmış.

Bunlar benim seçtiklerim tabii. 1 yılda bunun daha fazlası yapılmış. İddiaya göre sırf bu gelişmelerin yarattığı rahatsızlık yüzünden 28 Şubat süreci “başlatılmış” ve hükümetin kuruluşundan 1 yıl, 2 gün sonra Necmettin Erbakan‘ın istifasıyla bu koalisyon da dağılmış.

57. Hükümet: 2001 krizinin mimarı ve kurtarıcısı olan bu koalisyon hükümeti; Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi‘nden oluşuyormuş. İlginç bir şekilde bugünlerde üçünün de tersi biliniyor ama, bu hükümet için üç önemli madde var:

  • Tarihimizdeki en büyük anayasa değişikliği (evet, geçen yıl referandum ile kabul edilen Anayasa değişikliği paketinden de büyük bir değişiklik) bu dönemde yapılmış ve 1983 Anayasası’ndaki (namıdiğer Darbe Anayasası) 33 madde, AB Reform Paketi başlığı altında, TBMM‘nin %86’sının onayıyla (yani referanduma falan gerek bırakılmadan) geçmiş.
  • 2001 krizi bu koalisyon hükümetinde çıktı, evet. Bilinmeyen (veya gözden kaçırılan veya bilerek bahsedilmeyen) bir başka şey ise, krizin yine bu koalisyon hükümeti döneminde kapanmış olmasıdır. “2001’de enflasyon şu kadardı, bakın şimdi ne kadar?” diye propaganda yapan AKP‘nin bu gerçeği sürekli olarak göz ardı etmesi de ilginçtir tabii.
  • Şu sıralar, seçim propagandaları sırasında AKP‘den bir ses yükseldi, “Olağanüstü Hal’ler bizim dönemimizde kaldırıldı!” diye. Teknik olarak doğru bir söylem çünkü TBMM‘de 19 Haziran 2002’de alınan karar ile, OHAL‘in uygulandığı son iki şehir olan Şırnak ve Diyarbakır’da, 30 Temmuz 2002’den 30 Kasım 2002’ye kadar “son OHAL uygulamasına devam edilmesi” ve 30 Kasım 2002’de kendiliğinden kaldırılması kararlaştırıldı. (Bir başka deyişle AKP değil de TKP gelmiş olsa bile OHAL, seçimden yaklaşık 1 ay sonra otomatikman kaldırılacaktı.)

Bir de not düşeyim: Bu iki koalisyon hükümetinin yarattığı, benim de biraz bahsettiğim iki büyük rahatsızlık, “koalisyon” kavramına soğuk bakılmasının ardındaki en büyük üç sebepten ikisidir. Üçüncüsü de, yazının başından beri bahsettiğim “sessiz gerilimler” yüzünden, koalisyon hükümetlerinin genellikle kısa ömürlü oluşu ve tabiri caizse “gömlek değiştirir gibi hükümet değiştirdiğimiz” dönemlerdir.

4. Koalisyonlar neden faydalıdır?

Biz demokrasiyi yanlış anladık abi. Bize “halkın kendi kendini yönetmesine demokrasi denir” diye anlatıldı aöa biz tuttuk, sandıktan epey yüksek bir oy alıp tek başına hükümet kurma gücüne sahip olan hükümetleri, “daha akıcı, daha hızlı çalışıyor” diye daha üstün bulduk. O tek başına iktidar olan siyasi partiler de, demokrasiyi “biz çoğunluğuz ve güçlüyüz, o halde haklıyız” gibi ilginç bir mantık geliştirip, demokrasiyi “çoğunluğun haklı ve güçlü olduğu yönetim” diye yeniden tanımladılar. Hatta adını da değiştirdiler, “ileri demokrasi” dediler.

Demokrasi yalnızca çoğunluğun değil, tüm topluluğun çıkarını gözetmeye çalışan bir yönetim biçimidir; biz bunu unuttuk. Biz kavgasız, gürültüsüz bir yönetimi kavga-dövüşle ilerlemeye çalışan bir hükümetten daha iyi gördük.

İlk bakışta haksız bir düşünce değil: Kim kavga ister? Cidden, niye kavga edip duruyorlar ki? Kavga edenler olmasa ya? Mesela seçim barajını yükseltsek, %40 yapsak, Meclis’e sadece bir parti girse, tek partili rejime dönsek, kavga-gürültü olmadan yönetilsek… Hatta dur, parti içi muhalefet de olmasın, oradan da kavga çıkar. Tek bir kişi yönetse ya bizi?

Bak, teori dağıldı bile.

Meclis bünyesindeki muhalefetin aslında ne kadar faydalı olduğunu bir türlü fark edemiyoruz. Eleştiriyi her zaman olumsuz yönüyle ele alıyoruz; tartışmanın her zaman çözümsüzlüğe gideceğini sanıyoruz. Oysa eleştiri -yapıcı olduğunda- eleştirilene fayda sağlar ve tartışmalar, içerisinden “inat” öğesini çıkardığımızda her şekilde tartışanları uzlaşıya ve oradan da çözüme götürür.

Meclis’teki muhalefet çok yapıcı eleştiriler üretemeyebilir ve muhalefet-iktidar arasındaki tartışmalarla, tartışanların inadı yüzünden hiçbir yere varılamaz diye kabul edelim. Peki bir muhalefet sistemi de hükümet bünyesine kursak nasıl olur? İşte o zaman işler değişir: Birbirleriyle anlaşması şart olan hükümet görevlileri eleştirilerinde yapıcı olma zorunluluğu hisseder ve tartışmalar sonuçlanmadıkça hükümetin zayıflayacağını herkes bilir. Zorunlu da olsa bir uzlaşı, bir ateşkes, bir barış ortamı sağlandığı için, hükümet kendi yanlışlarını görebilme yeteneğine sahp olur.

Düşünün: İki siyasi parti, ortaklaşa bir koalisyon hükümeti kuruyor. İkinci ortak, birinci ortağın yapmaya çalıştığı işte bir yanlışlık görüyor. “Siz yapamıyorsunuz işte!” diye yıkıcı bir eleştiri getirmek yerine bir çözüm üretiyor ve bunu ortağıyla paylaşıyor. Birinci ortak da “Sen kimsin kardeşim, ne hakla karışıyorsun bana?” diyemiyor ve çözüm önerisini dikkate alıyor. Gerekirse tartışmalar yaşanıyor ama bir şekilde tatlıya bağlanıyor. (Bunun ters taraflısı da olabiliyor yani birinci ortak, ikinci ortağın planladığı bir icraata köstek olmak yerine destek oluyor, icraat beraber geliştiriliyor.)

Ne olmuş oluyor? Bir ortağın açığını diğeri kapatmış oluyor. Koalisyonun en büyük faydası da buradadır işte: Keyfiyete mahal vermediği gibi, özeleştiri kabiliyeti de kazanan hükümet, tek başına iktidar olan siyasi partilerin kurduğu hükümetlere göre çok daha sağlıklı çalışma olanağı buluyor.

5. Koalisyonlar neden gereklidir?

Şu soruyu kendinize sorun ve iyice düşünüp yine kendinize (bana değil, kendinize) yanıt verin:

Yeterince güçlü olduğu için, halkın geri kalanının seçtiği partilerin milletvekillerini kesinlikle önemsemeden, keyfine göre ülkeyi yönetmek isteyen bir siyasi partinin ülkeyi temsil oranı yüzde kaç olabilir?

Soruyu sormamın sebebi şu: Eğer demokrasinin ütopyası, halkın tamamının temsil edildiği, bir kişinin bile açıkta kalmadan, halkın tamamının çıkarlarını gözeten bir yönetim grubuysa; pratikte uygulanmaya çalışılan demokrasilerde de temsil oranına bakarak, bu temsilin %100’e olabildiğince yaklaşmasını isteyebilmeliyiz.

Yazının başlarında, ideolojilerden bahsetmiştim. İdeolojilerden pek hazzeden bir insan değilim ama gerçeği de inkâr edecek değilim: Bizim ülke, çeşitli ideolojilerin çekişmeleri hatta bazen çatışmaları arasında yönetiliyor. Meclis’te her zaman farklı ideolojilere rastlamak mümkün VE BU GÜZEL BİR ŞEY. İdeolojilerin olmaması, idarecilerin belli katı görüşlere bağlı kalmadan sadece ve sadece ülkenin iyiliği için çalışması çok daha güzel olurdu ama birden fazla ideolojinin -zorunlu da olsa- Meclis’teki beraberliği, tek bir ideolojinin ağırlığından kesinlikle daha faydalıdır.

Neyse… Sonuç olarak bir ideolojinin temsilcilerinin kurduğu bir hükümet, halkın ancak belli bir kesimini temsil edecektir. Birden fazla ideolojinin temsilcilerinin oluşturduğu bir hükümet ise, “kötünün iyisi” dememek için kendimi zor tutuyorum, ilkine göre kesinlikle daha yüksek bir temsil oranına sahip olacaktır.

Bizim de dahil olduğumuz birkaç ülke haricinde “sağ” ve “sol” kavramlarından pek bahseden kalmadı. Bizim ülkemizde de, çok şükür, “sağcılar” da, “solcular” da ülkeyi yeterince önemsiyor. “Sağ” ve “sol” dışında kalan, çoğumuzun “merkez” dediği kesim de “sağcılar” ve “solcular” tarafından temsil edilebildiğine göre, düşünsenize, kendini “sağda” gören bir partiyle kendini “solda” gören bir partinin temsil oranı, ülkemizde görülebilecek en yüksek temsil oranlarından biri olmaz mı?

(Meclis’teki partilerin hiçbirinin “sağı” veya “solu” temsil edemeyeceği konusunda bir geyiğe girmek istemiyorum çünkü ben “sağ” ve “sol” kavramlarını reddeden biriyim. Kucaklamak değil, kabul etmek değil… Reddediyorum.)

Özetleyelim:

  • Koalisyonlar gereklidir, çünkü milletin -Meclis’ten de öte, hükümet kademesinde- en yüksek temsil oranına ulaştığı hükümet biçimi, koalisyon hükümeti biçimidir.
  • Koalisyonlar gereklidir, çünkü bu hükümet türü içerisindeki yapılanma, HER İHTİMALDE halkın yararına olacaktır.
  • Koalisyonlar gereklidir, çünkü bu hükümet türünde, Meclis içerisindeki muhalefetin bir benzeri (hatta daha güçlüsü, daha etkilisi) bu şekilde hükümet bünyesinde de yer alacaktır; üstelik hükümet içi muhalefet iki (veya daha fazla) taraflı olacaktır. Örneğin iki ortaklı bir koalisyon hükümetinde bir ortağın hatasını diğeri görebilecek ve muhalefetin de ötesinde müdahale etme olanağına sahip olacaktır.

Yazının büyük bir bölümünden, benim koalisyon hükümeti türünü desteklediğimi okudunuz. Yazının bir kısmında verdiğim ipuçlarıyla da, şu anda barajı geçmesi beklenen partilerden hangilerinin koalisyonunu düşlediğimi de tahmin etmişsinizdir.

Ben de sizin yorumlarınızı merak ediyorum. Yazının tamamını okuduysanız (öncelikle helal olsun, ben bile tekrar okumaya üşendim) sizin de görüşlerinizi okumayı çok isterim.

6. Bu konuda, okumanızı tavsiye ettiğim başka yazılar

Barış Ünver
07 Haziran 2011

Yazıyı beğendiniz mi? Beğendiyseniz, yeni yazılardan epostayla haberdar olmak için Beyn'in eposta abonesi olabilirsiniz.

Yorumlar kapalı.